Yıllar sonra onu gördüğünde bütün duyguları birbirine dolandı.
O kadar dolandı ki önce içini tanımlayamadı sonra “halat” dedi: “Duygulardan örülü ve zamanın her an biraz
daha büktüğü kalın ve sıkı bir halat!”
“Geçmişten Gelen…”, laciverti çok severdi ve siyahı.
Üstündekilere bakılırsa hala seviyordu. Yanakları kırmızı kırmızı olurdu yorulunca,
çok konuşunca ve bi’ de şişme botu nefesiyle doldurunca… Çok yakışırdı etine o
renk; yine çok yakışmıştı ama belki o yanakları kızartan nedenler çoktan
değişmişti.
Acaba (!) Hayat ona neler yaptı? diye düşündü. Bilemezdiki çünkü
soramazdı. Onlar biteli çok olmuştu. Üzüldü(!) Bu his yüzünden halat biraz daha
sıktı ayak bileğini, sendedi. Gidemedi yanına, cesaret edemedi. Öylece baktı
uzaktan.
Sonra araba seslerini işitti, insan uğultularını, kuş cıvıltılarını,
esen rüzgarın fısıltısını… Derin bir nefes aldı ve sonra tuttu. Başını yere
eğdi, kaldırımın grisine dalıp gitti. “Başka biri benim için yeni bir halat örene
kadar dipteyim.” dedi. Başını kaldırdığında “Geçmişten Gelen…” yoktu ve yerinde
kavruk bir simitçi çocuk duruyordu.
Gülüp feleğin cilvesine, acıktığını hissetti, çocuktan iki
simit istedi yandaki kahvehaneye oturup bir de çay söyledi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder