İçimde bir şarkı çalıyor. Göğsümdeki ritm diyor ki; “Benim
krallığıma gel!” Kemikli bedenimin altındaki yağlı kalbim, gergin bir davul
gibi yatıyor. Onu hareketsiz bıraktığım günden beri oldukça kilo aldı:
Yalnızlıkla besledim onu, anlayışsızlıkla besledim, Sözde hoşgörüyle besledim… Şimdi,
eskiden kırılgan olan kalbimle bütün tok sesleri çıkarabiliyorum. Mesela “SİKTİR
GİT, BOŞVERESENE, HADİ LAN ORDAN, BENİM SORUNUM DEĞİL, DEFOL GİT…”
Kalbim benim krallığım. Kolayca “Benim krallığıma gel!” diyebiliyorum.
İnsanları içeri buyur ediyorum. Çünkü yağlı ve gamsız tavrıyla kendini koruyacağından
şüphem yok. O birileri, doğru dürüst davranırsa ne ala, yoksa güçlü bir tokmak
darbesiyle hadi “YALLAH!” En son kimin yüzünden yağlandı kalbim hatırlamıyorum,
Aslında tek tek olayların çok da önemi yok. Sonuçta yağlı ve benim içimde nispeten
daha güçlü bir K/albim/rallığım var.
Krallığımda hayat akarken başkalarınınkinde de hayat
sürüyor. Bazılarından tiz sesler geliyor. Kapaklarımı sıkı sıkı kapatıyorum: Kulak
deliklerimle göz kapaklarımı özellikle sıkı örtüyorum. O ince/likli sızıntıya
tahammülüm yok; rahatsız oluyorum. Eskiden duyduğum şefkat duygusunun yerini çoktan
acıma ve tiksinti aldı. Farkındayım: Duyarlı kalmaya çalışmak boşa çaba (.) Za/yıf/rif
kalplerdeki krallıklar yıkılmaya mahkumlar. “Hep böyle kal(!) demek en büyük
aptallık. Yaşamanın tek yolu, değişmek. Hayatın akışı bu yönde, direnmek
anlamsız. Teslim ol ve zayıf olma. “Yağlan(!)” ve “Yaşa(!)”