24 Aralık 2010 Cuma

Ayılmak

24 Aralık 2010/ 11:48

Gitme gelme,
kalma ilerle,
Yolunu bul yolundan şaşma,
Yerini bil hesap sor,
Özgür kal hapis ol,
Koş dur…

Aman yaa(!)
Boş versene boş ver…
Herkesler bir şey söyler,
Sen ne istiyorsan onu yap!

Ah bak,
Geldik gidiyoruz işte
Gerisi boş.

Zaten,
bazen gelmiyor muyuz?
Gün geliyor gitmiyor muyuz?
Uyup bazen,
bazen isyan etmiyor muyuz?

İş, sen karar ver(!)
Sen iste konuş, sen iste sus…
Asık suratlılar küstürmesin neşeni,
Aptal laflar takılmasın kafana:
O ne dedi?
Bu ne der ki?
Ne derse desinler be kardeşim!
Aldırma,
Tıka kulaklarını pamukla!

İnsan gibi davran,
İnsan ol insan.
Ötesi var mı?
Karıştırma içini,
yaratma gereksiz karmaşa.

İç sıcak bir çorba,
İçerken de sadece çorba iç ama.
Üfleye üfleye,
Höpürdete höpürdete.
Oh, yarasın!

SANCI

24 Aralık 2010 / 10:44

Gitmelerde ve gelmelerde düşüncelerim.
Keyifli ev gezmelerinde duygularım.
Aman da aman! pek şenlikli bugün aklım.
Durmuyor işliyor zihnim,
zeka ışıltısı, kıpırtısı var;
Gör bak, bugün bi’şey bulacak.
Dahi adam içimden doğacak.
Güzel olacak!

Çatlak kadın, yırtık…
Patlak bi’de karnı, yusyuvarlak.
Doğuruyor galiba, dokuz aylık.
Galip, tut karının ellerinden,
Küfür etse de bırakma:
Alınma, alınma!
Anneni sever aslında bilirsin(?!)
Sancı geldi, kadın gidiyor…
Fikrim geldi, fikrim geldi diyor.
Fikri oğlum çık hadi, nerdesin?
Anneni meraktan öldüreceksin!
Babanlar reklamını yaptılar o kadar.
Erkek adamın erkek oğlu olurmuş(!)
Kuş kuş kuş,
Kadının kafasında onca kuş,
Uçuyor.
Hop hadi hop fikrim geliyor!

22 Aralık 2010 Çarşamba

Sadece Yazar

Çok okumam, ama kelimelerle aramda güçlü bir bağ var doğuştan. Kimseyi okumadığım için kimse gibi de yazmam. Asla ateşli bir hayran da olmadım dolayısıyla… Sonra kalıplara inanmam. Tanımlamalar bana yavan gelmiştir her zaman: Düz yazı nedir, şiir nedir? kafamı bunlarla doldurmam, yormam. Ben hayata inanırım, gözlemlerime, duygularıma… Onları içimden geldiği gibi yazarım. Hepsi bu, bu kadar!
Ö.K.

Acı ve Kahve Keyfi

Nilgün, mutfak kapısından içeri girdi ve masanın yanında durdu. O yerde, yüzündeki iklim, ılık ve yağışlıydı. Ayşe Hanım dostunu iyi tanıyordu, ondaki bu hava pek hayra alamet değildi. Neden diye sormadı hemen; belki duymaya hazır değildi belki de onun anlatmaya hazır olmasını bekledi. Aslında tahmin yürütebiliyordu; her ikisi içinde hüzünler ve kavgalar sıradan hisler ve ilişkilerdi. Orta şekerli Türk kahvesi yudumlarken anlatılan hikâyelerdi yaşananların her biri…

Nilgün kederli gözlerini tebessüm eden yüzünde kaybetti. Tatlı sesiyle Ayşe Hanım dedi, ne iyi oldu sana gelmem, kahveni özlemişim. Bana bir fal bakarsın di mi?

...Ocaktaki cezvede kahve, kısık ateşte ağır ağır pişiyordu. Bakır cezvenin yüzeyi, maruz kaldığı sert temizlik darbeleri yüzünden fazla parlaktı. Eğer cezvenin canı olsaydı, tam temizlendiği esnada çıkar ve bilinmeyene yol alırdı. Ayşe Hanım’ın deterjan kokan mutfağı inceden bir kahve kokusu ile şenlendi. Çocuklar mutfakta koşuşuyorlardı. Küçük oyunları onlara keyif verse de zamanın hırpaladığı yetişkinleri sıkıyordu.

Ayşe Hanım, “hadi bakalım ufaklıklar dedi, fındık popolarınızı deri koltuklarıma yapıştırın! Bakalım hanginizinki daha büyük; ölçersiniz sonra!..” Geçen hafta Ece’nin icat ettiği bir oyundu bu. Kendilerini kahverengi tonlardaki geniş ve yumuşak deri koltuklara bırakıyorlar, düşüşün şiddeti ile izler oluşturuyorlardı. Kimin izi daha büyük ya da daha güzelse ona puan veriyorlardı. Ayşe Hanım koltuk takımını seviyordu elbet ama şuncacık çocukların poposunun yarattığı tahribatı önemsemiyordu. Çünkü sakin ve sessiz mutfağında kahvesini rahat rahat içmek istiyordu.

O esnada Nilgün, dalıyordu uzaklara. Uzaklar gözlerinde büyüyordu sanki daha uzak oluyordu. Mutfaktan gitmişti Nilgün, kim bilir nerdeydi? Kahveler masaya servis edilirken irkildi ve geri geldi. İki küçük, güzel ve çatlak el gördü: Eller, ne kadar kremlenirse kremlensin yumuşamayan hassas bir deriye sahiplerdi. Zaman ve çalışmak yüzünden yıpranmışlardı. Tırnaklardaki leylak rengi oje muhtemel deterjan etkisiyle aşınmıştı. Ayşe Hanım kahveleri masaya koyarken Nilgün’e dedi ki: ojelerim çok fena… Bi’ fırsat bulup tazeleyemedim onları. Sonra kısa bir süre sessiz kalıp, şiddetli ve yumuşak bir sesle malum sorusunu sordu: Neyin var kızım, yine ne oldu? Ne yaptı!

Nilgün- Ne yapmadı ki Ayşe Hanım, ne yapmadı ki dedi. Önce sen bi’ falıma bak, sonra konuşuruz! (…devam edecek!)

Ö.K.

20 Aralık 2010 Pazartesi

Bir Kadının 100 Numarada Yaptığı 100 Şey

Uzmanlar bu yazının tuvalette okunmasını tavsiye ediyorlar.

1) Tuvalete girmek.

2) Tuvalete girdikten sonra hemen kapıyı kilitlemek.

3) Kilitledikten sonra klozete oturmak üzereyken kapı kilitlenmiş mi diye kontrol etmek.

4) Tuvaletin temiz olup olmadığını incelemek.

5) Pis bir tuvalet ise, nasıl dezenfekte edileceğini düşünmek.

6) Sifonu çekmek.

7) Sifonu çekmeyen her kimse, kadınların yüz karası olduğunu düşünüp, bütün kadınların sarsılan imajı için hayıflanmak.

8) Ne pis kadınlar var diye aklından geçirmek.

9) Tuvalete oturmadan önce, tuvalet kağıdı ile klozetin oturulacak kısmını bir güzel kaplamak.

10) Umumi bir tuvalet veya alafranga ise, çömelerek ama oturmadan işemeye ya da sıçmaya çalışmak.

11) Umumi tuvalet pis ise, boktan görüntüyü kapamak için tuvalet kağıdı ile bokun üstünü örtmek ve işini ondan sonra görmek.

12) İşerken kirli lağım suyunun arkana ve önüne sıçramaması için olabildiğince yavaş bırakmak.

13) Kakayı da aynı olumsuz olasılığı göz önünde bulundurarak yavaş yapmak.

14) Tuvalet yoluyla geçen hastalıkları aklından geçirmek ve sarılık olur muyum diye evhamlanmak.

15) Erkeklerin oturmadan işeme lüksüne özenip, bir denemek. Fakat, bu girişimin ardından başarısız ve sidikli bir kadın olmak!

16) Kadınların da erkekler gibi çişlerini pisuarda yapmalarını sağlayacak huniye benzer aletin bir an önce Türkiye'ye gelmesini istemek.

17) Ama sonra, o zaman donumun önünde erkeklerinki gibi bir yırtmaç olacak mı diye düşünmek.

18) Yırtmaçlı kilodun üşütüp üşütmeyeceğini tahmin etmeye çalışmak.

19) Önden yırtmaçlı bir kilodun hiç estetik olmayacağına kanaat getirmek.

20) Önden yırtmaçlı bir g-string hayal etmek.

21) Önden yırtmaçlı bir g-string giymek yerine, hiç iç çamaşırı giymemenin daha karlı olacağını düşünmek.

22) Eğer regl dönemindeyse veya günlük ped kullanıyorsa ped değiştirmek.

23) Regl dönemlerinde üç deliği de isteyerek ya da istem dışı çalıştırmak. (O dönemde kadın hem ruhsal hem fiziksel bağlamda pek kendinde olmaz, kontrol dışı çok olay yaşanabilir. Kadın yazar kişiden erkek kısmına tavsiye: Fazla üstlerine gitmeyin!)

24) Tam iş üstündeyken saç tellerinin ucunu incelemeye almak.

25) Burnunu karıştırıp çıkan sümüğü yuvarlayıp en uzak yere atmak.

26) Fayansları saymak.

27) Parfümün arkasındaki 'Eau de Toilette' (Fransızca 'tuvalet suyu' demek) yazısına takılmak ve parfümü eski zamanda Avrupalıların uzun süre yıkanmadıklarında, pis kokmamak için icat ettiklerini hatırlamak.

28) Ayrıca sıçtıkları boku pencereden, balkondan lap lap fırlattıklarını da hatırlayıp, şimdi bizim Avrupa Birliği ile bütünleşmemize okey vermeyen, birlik üyelerinin, atalarının ne kadar pis olduklarını bilip bilmediklerini düşünmek.

29) Soluk yüzlerini renklendirmek için makyaj malzemelerini icat eden Avrupalı kadınları, 'süt beyaz' yaratan Allaha şükredip "Ohh Allahım ben de nasipleniyorum" diye sevinmek!

30) Tuvalet kavramının ne kadar göreceli olduğunu düşünmek. Zor zamanlarda bir ağaç dibi, gözlerden uzak bir çalılıkta da aynı işin görüldüğünü düşünmek.

31) "Ahh keşke köpekler gibi patilerimiz olsaydı, o zaman bok toprağın üzerinde kalmazdı" diye düşünmek.

32) İş üstündeyken tırnak kenarlarındaki etleri geri çekmek. (Küçük çaplı bir manikür olayına girilir!)

33) Tuvalet kağıdına dokunup kalitesini ölçüp markasını ve fiyatını tahmin etmek.

34) Tuvalet kağıdının suda eriyip erimediğini test etmek.

35) Olabildiğince sessiz gaz çıkarmak.

36) Umumi tuvaletlerde son sürat işemek; yüksek sesle, gönül rahatlığı ile osurmak için tam iş esnasında sifonu çekmek ya da musluğu açmak.

37) Boşaltırken "son boktan aşk ilişkini" düşünüp nasıl yıprandığını hatırlamak.

38) Erkeklere küfür etmek ve tekrar tekrar ne kadar aşağılık yaratıklar olduklarını sesli bir şekilde telaffuz etmek. (akustik harika)

39) Göbeği yüzünden vajinasını göremeyince "Azıcık kilo almışım, boğazımı tutmalıyım" diye düşünmek.

40) Sonra iki gün önce de rejime başlayacağı sözünü kendi kendine verdiğini hatırlamak.. Ve kendine itiraf etmese de rejime başlamayacağını bilmek.

41) Baldırını iki elinin arasında sıkıştırarak selülitlerini izlemek.

42) Kiloduna bakıp ne kadar zevkli bir seçim yaptığını düşünmek.

43) İşini görürken ayakkabılarıni izlemek, ne kadar zevkli bir kadın olduğuna bir kere daha kanaat getirmek.

44) İtiraf.com kullanıcılarından birinin itirafını hatırlamak ve "Bir kadın sevdiği erkeğe poposundaki kılları aldırır mı? Rezillik beee!" diye düşünmek.

45) Vajinada kullanılan epilasyon yöntemi yüzünden beliren beneklerin ne kadar belirgin olduğunu düşünmek.

46) Göbek bölgesindeki tüylerin ne kadar hızlı uzadığını düşünmek.

47) Ağda yapmak sıkıyorsa, �Saldım çayıra, Mevlam kayıra! moduna girmek.

48) Bacak ve vajinadaki tüylerin uzunluğuna ve yoğunluğuna bakarak ne kadar süredir sevgilisiz olduğunu hesaplamak.

49) Sonrada polyannacılık oynayıp, "İyi ki sevgilim yok, yoksa o korkunç acıya katlanmak zorunda kalırdım" diye düşünmek ve kendi kendini teselli etmek.

50) Eli bacak üzerinde gezdirmek sureti ile tüylerin kaç gün sonra görünür hale geleceğini hesaplamak.

51) Bikini bölgesinin tıraşlı kısmında elini gezdirip, "sakal gibi uzamak" deyimini doğrulayan manzara karşısında bir daha jilet kullanmama kararı almak.

52) Ağdanın verdiği acıyı düşünmek, sonra "Ben ağdaya dayanamıyorum, nasıl çocuk doğuracağım?" diye düşünmek, sonra "Sezaryenle doğurmak en iyisi" demek, sonra "O gün gelsin düşünürüz" demek.. Derken zaten düşündüğünü, düşünecek bir şeyin kalmadığını düşünmemek.

53) Nihayet, bikini bölgesinde jiletle epilasyona devam kararı almak.

54) Kapıdaki "Bunu yazan tosun, okuyana kosun" yazısını okumak.

55) "Bu tosun' da kim? Önüne gelene koyuyor herif!" diye düşünmek.

56) Tosun' u hayal etmek ve onun seks performansına hayran kalıp, yüksek sesle "vay anasını" demek.

57) Tosun' un kadınlar tuvaletine nasıl girdiğini düşünmek.

58) Tosun' un 'bir lezbiyen' olabileceği varsayımından hareketle 'bir kadın bir kadınla nasıl sevişir ki?' diye düşünmek.

59) Tuvaletini yaparken içinde kalan her şey için, 'bok yesin oyunu' oynamak.

60) Ihhk bu sevdiğim adamı elimden alan kadının ağzına, Bu beni sınıfta bırakan hocamın ağzına, Ihhk bu büyük sırrımı herkesle paylaşan dostumun ağzına, Ihhkk bu da hiçbirinin ağzına, gerçekten sıçma cesaretim olmadığı için benim ağzıma!!!

61) İş bittikten sonra, tuvalet kağıdı bittiğinde kullanmak için çantasında taşıdığı kağıt mendille popoyu ya da kukuyu silmek..

62) İş bittikten sonra kalkmak, kahverengi, kırmızı ve sarı renklerden oluşan eserine bakmak.

63) Çok iğrenç olduğunu düşünmek, kendinden tiksinmek.

64) Aynadaki kendini günlük ruh haline göre sevmek ya da nefret etmek.

65) Değişik yüz hareketleri ile yüzün belirli bölgelerinde beliren çizgilerin derinliğini ölçmek.

66) Kusurları keşfetmekten ötürü sinir olmak.

67) Bıyık ve sakal kontrolü yapmak.

68) Yüzde uzun bir tüy fark edilirse parmak uçlarını cımbız gibi kullanılarak kılımsı tüyü yolmaya çalışmak.

69) Sabah erkek arkadaş ile yapılan tartışmayı hatırlayıp ağlamak istemek, ama makyajın bozulacağı göz önünde bulundurularak eylemi ertelemek.

70) Sevgilinin şu an ne yaptığını düşünmek.

71) Eğer güzel göründüğünü düşünüyorsa 2Bugün sevgilimi muhakkak görmeliyim2 diye aklından geçirmek.

72) Koltuk altını burna yaklaştırmak sureti ile koklamak.

73) Sigara içmek.

74) Ellerin üşüme ihtimalini düşünüp yıkamaktan vazgeçmek.

75) 'Şeyimi silerken elim nasılsa değmedi' deyip , yeniden krem sürmeye üşenildiği için elleri yıkamamak.

76) Elini yıkamayan kadınların ne kadar pis olduğunu düşünmek.

77) 'Ben pis bir kadınım' diye aklından geçirmek.

78) Erkek arkadaşım bunu bilseydi benden tiksinir miydi diye düşünmek.

79) Elini yıkarken musluk başını da yıkamak.

80) Kırılan saç telleri için çareler aramak.

81) Yüzünün ne kadar solgun olduğunu düşünüp allık sürmek.

82) Makyaj yapmak. Yaparken de kadınların sevgiye ve sekse aç oldukları dönemlerde dokunulma ihtiyaçlarının artığını ve makyaj yaparken bu ihtiyaçlarını bilinçsizce giderdiklerini anlatan uzun zaman önce okunmuş yazıyı hatırlamak.

83) Araştırmanın doğru olup olmadığının sağlamasını aklından yapmak.

84) Aynada at gibi kişnemek sureti ile dişlere bakmak.

85) Dişlerin arasında her hangi bir artığa rastlanırsa, işaret parmağının tırnağı kullanılarak artıktan kurtulmak.

86) Ruj sürerken, filmlerde aynaya genellikle kırmızı rujla bırakılan notların ne kadar romantik olduğunu düşünmek.

87) Sonra neden genellikle 'Kırmızı yoksa aşkı çağrıştırdığı için mi?' diye aklından geçirmek. Banyo ve yatak odasındaki aynaların aslında insanı tahrik edici objeler, özel fantezi araçları olduğuna kanaat getirmek.

88) Ruj sürerken alt dudağın üst dudağa oranla daha kalın olduğunu düşünüp acaba botoksla mı yoksa sıvı silikonla mı şişirtip eşitlesem diye karar vermeye çalışmak.

89) Dudak yeme alışkanlığını, 'Yenilen dudakların bir süre sonra inceldiğini' okuyunca bırakmak.

90) Dudak kalemi ile dudakları birbirine eşitlemek.

91) Aynanın karşısında saçları Banu Alkan gibi ahenkle bir sağa bir sola sallamak.

92) Saçları Serpil Çakmaklı gibi parmaklarının arasında havada toplamak.

93) Aynaya bakıp kendine göz kırpmak ve öpücük atmak.

94) Tüm bu eylemlerin ardından kendini dünyanın en seksi kadını gibi hissetmek. (Merilin Monrov yanımda halt etmiş!)

95) Tuvaletten çıkarken parfüm sıkmak.

96) Kendini üzgün ve mutsuz hissettiğinde sadece dünyadan kaçmak için tuvaleti kullanmak. (Dünyaya karşı verilen kişisel savaşta en korunaklı sığnak tuvalettir!)

97) Böyle bir yazıyı ilham gelsin tuvalette yazmak. Tuvalette yazı yazan (ardaerdik hariç) kaç kişi vardır? diye düşünmek.

98) Üstelik yazdıklarının ne kadar rezil olduğuna bakıp utanmak ve kendini kadınların mahrem sırlarını deşifre eden bir hain gibi hissetmek.

99) Sonrada eee yazarım dedin, yaz bakalım 'bipp' seni diye kendine okkalı bir küfür etmek, ve gelecek tepkileri **** yemediği için, sevgili büdütör kişiden ismini yayınlamamasını rica etmeyi düşünmek.

100) Sözünü tutmakla (mavi) rezil olmamak (kırmızı) arasında bir seçim yapmak; sözünü tutmak ve rezil olmak! (Eee tutmasam şu an bu iğrençlikleri okumuyor olacaktınız! Ne? 'Sevgili Okur Kişi' ne dedin: Keşke yazmasaydım mı? 'BOMMM'... Kahretsin, kırmızı teli kesmeliydim!) Ö.K.

Not: 2004 belki de 2006'da yazmıştım.

15 Aralık 2010 Çarşamba

15.12.1957

yuvarlak dünyada O,
BÜYÜK bir kadın…
küçük yüzü güzel.
Kelimeleri akıllı.
Neşesi keskin.
Derisi narin,
Kabuğu gergin.

Hiç kimse gibi,
Herkesten deli.
Benden biri.
Bilirim içi.
İçi ıslak
İçi kaygan.
Yumdum gözlerimi
Besledi beni
Derinliği…
Ondan aldım,
Kendimi.
Hiç bırakmadı
İpimi.
Bana sımsıkı
Bağlı.

Sanki ben o
O ben.
Küçük bir kız çocuğu!

Gitmiyorum ondan,
Kalmıyorum da
Ama.

Geçiyor zaman,
Değişiyor mekan.
O da değişiyor,
aynı kalıyor hem.
Sonsuza kadar Annem
Annem.

Ö.K.

13 Aralık 2010 Pazartesi

Soğuk

Eskimiş insanlar, belki de eskitilmiş.
Benim yakam karışık,
Sense eminim her zamanki kadar açık, saçık.
İçimde eskiden kalma bir acı,
Karlı havalarda ise acı, daha çok tatlı bir sızı.
Başımı dik tutuyorum,
Kar yumuşacık konuyor kirpiklerime.
Tane tane, soğuk ve ıslak…
Seni düşünürken;
İçimi ferah tutuyorum, serinkanlı kalıyorum.
Yoksa sensizliği hissederim, buz keser içim.
...

26 Kasım 2010 Cuma

Ankara’da Yeni yıl

“Yılbaşında dev bir kartopu şehrin üzerinde gezinir. Bir yıl boyunca havada biriken bütün kara enerji kartopuna yapışır, beyaz kartopu artık dev bir karanlıktır. Karanlık gerisinde aydınlık bir şehir bırakır ve geldiği yere döner.” Yeni, temiz, beyaz, lekesiz bir yıl şehri bekliyor. Ankara’da yaşadığınız için çok şanslısınız. Yeni yılınız kutlu olsun. Ö.K.

Kadınlar ve Karıncalar

Ayşe Hanım sabahın erken saatlerinde kalktı, her gün yaptığı gibi. Aklında işlerini sıraladı, zihnindeki liste oldukça kalabalıktı. Çok şey düşünüyordu, gerçekten çok şey (!) Karınca çiftliğinde yorulmak nedir bilmeden çalışan karıncalar gibiydi Ayşe Hanım. Küçük bedeninden beklenmeyen işler çıkarıyordu. Evinde kendi düzenini kurmuş ve sistemini geliştirmişti, onun elinden çıkan her şey ayırt edilebiliyordu. Ayşe Hanım’ın poğaçaları, Ayşe Hanım’ın karnıyarığı, zeytinyağlı fasülyesi, Ayşe Hanım’ın çocukları…

Ayşe Hanım, çok kitap okuyor ve hoşuna giden sözleri kâğıda not edip buzdolabının üzerine yapıştırmaktan hoşlanıyordu. Eylül notların birinde şöyle okumuştu: “Karıncalar zaman kavramını unutur ve ara vermeden çalışırlar. Çünkü Dünya’ya geliş nedenleri budur. Çalışmak, var olmaktır. Onlar böylece büyük medeniyetlerini kurarlar.”

Eylül Annesini anlıyordu: Ayşe Hanım için medeniyetlerini var etmek için var olmuş mucizelerdi, karıncalar ve kadınlar. Oysa ne yazık, kadınları ve karıncaları anlayanlar ne azlar. Çünkü az olan her şey yetersizdir, hassas olan her şey zayıftır. Ez ve geç üstünden ez ve geç. Yazık!

Eylül, hüzünle öfkeyi böyle anlarda bir arada hissediyordu, içi bulanıyor kararıyordu. Kadınların mutfak masasında birbiri ile paylaştığı hikâyelerini hatırlıyordu. Nilgün’ün yediği dayak geldi aklına. Nilgün’ün kocası sabahları para bırakmadan evden çıkıyormuş ve Nilgün bu yüzden bir gece kocasının yatak odasının karanlık bir köşesine fırlattığı pantolonundan “onunda olan parayı almak” istemiş. Kocası parayı alırken Nilgün’ü yakalamış ve vurmaya başlamış, vurmuş, vurmuş çok vurmuş. Nilgün “onunda olan parayı” alamamış. Onun yerine sağlam bir dayak yemiş. Sonra Nilgün morarmış gözaltları ve apse yapmış bir burunla günlerce yaşamış, nefes alırken göğsü sızlamış. Çünkü bazı bey(in)ler için; az olan her şey yetersizdir, hassas olan her şey zayıftır. Ez ve geç üstünden ez ve geç!

Eylül’ün kemikli yüzündeki köşeler tüm bunları düşünürken daha sivriydi. Güzel ağzını doldurup çirkin sözlerle, içinden yüksek sesle küfür etti.

Ö.K.

Masaya Damlayan Ketçap ve Gözyaşı

Duvarlarla çevrili bir mutfak. Duvarlarda renkli kalebodurlar. Sanki hayatın bütün renklerini mutfak duvarındaki küçük karelere yerleştirmişler gibi. Buzdolabının üzerine süslü magnetlerle sıkıştırılmış anılar. Fotoğraflar, renkli ve siyah beyazlar. Eylül mutfakta geziniyor, beş adım boylamasına ve dört adım enlemesine. Yerde süslü halıları örten süslü örtüler var. Her şey üst üste her şey kat kat. Mutfaktaki yoğun enerji Eylül’ün hoşuna gidiyor. Mutfak Annesine benziyor.

Ayşe Hanım, yumuşak yüzünün arkasında tüm o yaşanmışlıkları saklamak konusunda usta. Yuvarlak yüzüne dolgun dudakları özenle yerleştirilmiş. Sohbetine ve tebessümüne doyum olmuyor. Sanki hiç üzülmemiş, sanki hiç incinmemiş, gören “biblo gibi kalmış” diyor. Mutfak tezgâhının sağında ve solunda bibloları için raflar var. Biblolar neredeyse küçük oğlu ile yaşıtlar. Raflarda on sekizini bitirmiş on dokuzundan gün alan biblolar; çok güzel ve çok kırılganlar ama onca yılı büyük bir hasar görmeden atlatmayı başarmışlar. Elma yanaklı bir oğlan çocuğu, memeleri süt dolu yeşil bir inek, sarı saçlı ikiz kız kardeşler Eylül’e iyi geliyor. Onları alıp ellerine narince, yüzlerindeki tozları parmak uçlarıyla silmeyi seviyor. Bibloları Ayşe Hanım’a benziyor.

Mutfakta günler sıcak ve keyifli geçiyor. Akdeniz havası balkona açılan kapıdan ve küçük pencereden içeriye sıcak hava dalgasını ve tuzlu denizin kokusunu taşıyor. Gündüzleri mutfak güneş alıyor, akşam olduğunda sokak lambalarından süzülen sarı ışıkla aydınlanıyor. Bazen de bazı gecelerde mutfak, dolunayın ışığı ile banyo yapıyor. Ayşe Hanım mutfağında misafirlerini ağırlamayı seviyor. Çünkü işini yaparken de onlarla sohbet edebiliyor.

Ayşe Hanım Eylül’e diyor ki; Bu masa (dikdörtgen mutfak masası) kızım uzun yıllardır burada benimle ve kimleri ağırladık birlikte. Neler konuşuldu kimler, bi’ bilsen!..

Mutfak masası, çevresindeki dört ayaklı beş sandalye ile yıllardır bir kenarını duvara dayayıp duruyor. O duruyor, kadınlar geliyor. Üstünde çaylar içiliyor ve kurabiyeler yeniyor. Örtüsü kahve lekesi oluyor, üstüne ketçap ve bazen de gözyaşı damlıyor. Örtüde lekeler birikiyor ve yıllar lekeleri dokuların arasına hapsediyor. İnatçı olan lekeler mi, yoksa…

Gözyaşları, onlar uçuyor, havaya karışıp insanların içine kaçıyor, görünmeden. Doğuş ve kaçış hikayeleri sahiplerinden dinlendiğinde çok trajik ya da komik… Geçmiş geçmişte kalıyor (mu acaba?) Kadınlar mutfak masalarında hikayeler anlatıyor ama.


Ö.K.

24 Kasım 2010 Çarşamba

Şimdi ben

İçimdeki neşeyi hapsedemiyorum.
Kimin ne düşündüğü umrumda bile değil, çocuk olmak istiyorum sonsuza kadar.
Siz benim değerli ve sevgili bütün duygularım "özgürsünüz"… Ö.K.

PARİS'TE KADIN

KIRMIZILAR İÇİNDE BİR KADIN Güzel bir kadının üzerinde kırmızı bir elbise… Eldivense güzelliğine güzellik katmak için ellerinde. Güneş rengi saçlarını rüzgâr okşuyor ve o gözlerinde sonbaharın tatlı hüznüyle, gözlerine bakıyor. Geniş meydan sessiz. Arnavut kaldırımına, yüksek ağaçların ve sokak lambalarının gölgesi düşmüş… İleriki kaldırımda ise meraklı insanlar var; ama oldukça uzaktalar. Kırmızı elbiseli kadın, yeni güne “güzel” başlıyor, başında günün tatlı telaşı...



KIRMIZILAR İÇİNDEKİ KADIN Tutkulu… Kırmızılar içindeki tutkulu kadın, Paris’in ihtişamlı sokaklarında göz alıyor. Sanki üstündeki ateşten bir örtü… Keskin bakışlarındaki yakıcı anlam, büyülüyor. O kıyafetindeki kırmızıda ruhunu yaşıyor. Asil sokak lambasının süslü gövdesine, dayamış gövdesini sana bakıyor. Gözlerinde serin bir buz rengi… Ve “ateş” içine işliyor…



KADINDA SİYAHIN ASALETİ Taştan köprüyü yosun tutmuş. Köprünün altından Paris’in meşhur Sen (Seine) Nehri akıyor. Altın, siyah, beyaz ve yeşil çevredeki her şey. Renkler sanki dile gelmiş, derinlerden bir yerlerden konuşuyor: “Hayat aslında çok renkli bir fon!” Kadının dayandığı asırlık taşlar, yılların çizgisini taşıyor. Ve siyahın derin asaletini üstüne giyinmiş kadın, nehri dinliyor; Bekliyor, usulca aşkı bekliyor!



SİYAH VE BEYAZ Bekliyor… Kadın, her zamanki kadar şık ve rahat; hayatın ona vermeye hazırlandığı hediyeleri bekliyor. Siyah fonda beyaz puanlar… Yumuşak kumaşlı gömlek teninden akarken ve üzerindeki küçük puanlar aşağıya yuvarlanırken, o büyük bir keyif alıyor. Kendinden aldığı keyif büyüdükçe, çevresindeki dev yapılar silikleşiyor. İhtişam ve göz alıcı güzelliğin karşılığı kadın oluyor. Etrafındaki bayanlarla beylerin gözleri ona takılıyor. Kadın ilgi çekiyor, çok ama çok güzel olduğu hissediyor.



EYFEL’İN RENGİNE BÜRÜNMÜŞ KADIN Hayat tam şu an safari tonlarında… Narin elleriyle kavradığı çantasında anılar… Kadın, geçmişi düşünüyor: Onunla kalabalık bir yolda yürüyordu ve insanlar etrafından akıyordu. Sonra o kulağına eğilip, en masum ses tonuyla “Seni seviyorum kadınım.” diye fısıldıyordu. Çantasını munzur bir çocuk edasıyla kavrayıp “Ver birazda ben taşıyayım, yoruldun.” diyordu. Tebessümler, güzel sözler ve buseler… Sonra gün, istemeselerde bitiyordu. Kadın eve girip çantasını açtığında içinde bir yüzük buluyordu ve yüzüğe sarılmış kağıtta şöyle yazıyordu: “Benimle evlenir misin?”



SAAT ÖĞLEN 12:00 Saat tam öğlen. Kadın gri asfaltı ezerek yürüyor. Siyah elbisesi, eldivenleri ve gözlüğüyle şeffaf havayı yararak ilerlerken, çiçek kokan parfümü etrafa yayılıyor. Her şeyin bir kokusu var… Aşkın, kadının ve Paris’in… Küçük çantasında, bir davetiye… En sevdiği arkadaşı bugün nişanlanıyor. Kadın, bu yüzden bugünü daha özenli yaşıyor. Bazen bazı anlar var ki; diğer anlardan daha fazla ilgiyi hak ediyor. Üstündeki siyah elbisesini işte hep, böyle günlerde giyiniyor; çünkü güne verdiği değeri göstermek istiyor…



BAŞARILI BİR KADIN Başarılı bir iş kadını; Kendinden emin, cesur, kararlı ve çalışkan… Saygın bir tavrı ve mağrur bir duruşu var. Yıllar, ona güzellik veriyor ve başarı getiriyor. Çünkü o hiç pes etmiyor. İçindeki yaşam enerjisi onun en büyük hazinesi. …Önemli bir toplantıya onu götüren araba, sokakta ilerlerken, saniyeler ve kafedeki sandalyeler geride kalıyor. Kadın camdan aydınlık güne bakıyor ve içinden şöyle geçiriyor: “Hazırım!”



BİR İŞ GÜNÜN SONUNDA İnsanlar ve kitaplar… Yoğun bir iş gününün sonunda Paris’in renkli sokaklarında yürümek iyi geliyor. Büyük kâğıt bardakta, küçük küçük yudumlanan, sıcacık kahveden mis gibi kokular yayılıyor. Kadın, baharın tatlı serinliğinden korunmak için bej tonlarda şık bir trençkot giyiniyor. Saçlarına, ilerlemiş günün kırık ışıkları düşüyor ve o bütün güzelliğiyle çevresini incelemeye devam ediyor…



TAM BİR HANIMEFENDİ Siyah döpiyesi içinde tam bir hanımefendi… Bir yerden gelmiş ve bir yere gidiyor. Hiçbir günü bir diğer gününe uymuyor. İçindeki onlarca kadından birini, işte tam da şimdi yaşıyor. Kadın; sade, sakin ve asil… Hayat bütün renkliliği ile akarken, siyah sanki krallığını ilan ediyor. Asaletin rengi siyah, kadının gönlünde taht kuruyor… Kadın bugün siyahlar içinde, hissettiği kadın oluyor.



SICAK BİR KAHVE MOLASI Yine yoğun bir iş günü… Halledilmesi gereken işler var, toplantı ve görüşmeler… Kahve, sıcak bir lezzet ve yorucu güne mola vermek için eşsiz bir bahane… Hayat akıyor, Kadın kafenin penceresinden onun akışını izliyor; Zihninde oradan oraya uçuşan onlarca düşünce… Ciddi, alımlı, sade ve şık… Kadının görünümü, sorumlulukları ile ilgili çok şey anlatıyor. O güçlü bir kadın!



MERDİVENLERİ ÇIKMAK Hayatta sadece “aşk” yetmiyor. Kariyer sahibi ve güçlü bir kadın olmak gerek. Her ne olursa olsun ayakta kalmayı başaran ve asla pes etmeyen bir kadın olmak… Merdivenleri tek tek çıkmak gerek bir de, içine sindire sindire… Hayata karşı sonsuz bir bağlılık duymak ve zor zamanlarda serinkanlı kalmak… Kadın kişiliğini kıyafetleriyle anlatıyor: Onu soğuklardan koruyan şık ve bej bir palto, ciddiyetini anlatan siyah bir kumaş pantolon ve yüksek ökçeli ayakkabılar… Özgüvenli bir duruş ve duygularını ele vermeyen, gizemli bakışlar… Kadın merdivenleri çıkıyor yavaş yavaş!



BANA BİRAZ RENK VER Kadın, bugün menekşe rengi… O zarif vücudunu saten, dantel ve kurdele ile dekore ediyor. Saçları ipek gibi, buğday tarlasındaki başakların rengi… Kadın, bu anlarda duygulu ve kırılgan hissediyor. Gözlerinde tarifsiz bir anlam; Sanki ağlarken içi, gülüyor gözleri. Nehir çok yakınında akıyor ama o, ne nehre bakıyor ne de onu dinliyor. Kadın, şimdi sadece, kendini kıyafetinde gizliyor.



TABLO GİBİ Yağmurlu bir gün. Taş köprünün üstünde güzel bir kadın. Ormanda yaşayan vahşi bir kaplanın kürkündeki desen, kazağının üzerinde… Saçları rüzgârdan tel tel olmuş uçuşuyor. Beyaz bir kuğu gibi boynunu sola çevirmiş; gözlerinde inceden bir keder… Bulutlar gökyüzünde ağır ağır ilerliyor ama yükünü bırakıp hafiflemeye hiç niyeti yok.

Her iki anlamda

Zayıf kadınlar dik durun. Ö.K.

11 Kasım 2010 Perşembe

CEHENNEMİN DİBİ

Esrarlı bakışlarına inen kara perdeler gidiydi,
Kirpiklerin.
Kış günü kirpiklerine düşen kar taneleri gibiydi,
Gözyaşların.
Yeşil bir bahçede güneşten kızarmış kirazlar gibiydi,
Yanakların.
Pamuktan daha yumuşaktı yüzümdeki
Ellerin.
Yanağıma kanat çırpan kuşlar gibi konarkan,
Şekerli dudakların,
Ilık nefesini tenimde hissettim.
Kirpiklerin ve gözyaşların,
Yanakların ve ellerin,
Dudakların ve nefesin…
Sen bana “gitme” dedin,
Gitme…
Ama ben,
Sana rağmen,
Gidiyorum.
Gidiyorum işte!

Biz seninle babamızın koyduğu kuralları,
Hiçe saydık.
Hayat yolunda hız yaptık,
Limitleri aştık.
Yolumuzdan dönmedik, polis çevirdi,
Ceza yazdı, aldırmadık.
İzinsiz seviştik, alev aldı yatağımızı,
Tutuştu her yer, cümle alem.
Tefe koydu bizi bilenler,
Kara sözler raks etti, beyaz badanalı odalarda.
Kavanoz dipli dünyanın ta dibine sövdük,
Çok gündüz ve çok gece.

Şimdi,
Kirpiklerin ve gözyaşların,
Yanakların ve ellerin,
Dudakların ve nefesin…
Gitme derken,
Sen,
Ne kadar masumsun.
Suçlu bizim aşkımız, anladım.
Ama Aşkım, sen masumsun.
Bu yüzden sen geride kal sessizce,
Ben cehennemin dibine,
Yalnız gidiyorum…
Ö.K.

8 Kasım 2010 Pazartesi

HAYAL

Bir hayalin arkasından geldim.
Sana geldim!
Beni kabul eder ve seversin umuduyla,
sensiz sokaktaki köpek kadar yalnızım.
İnliyorum, içim sensizlik uluyor.


Bir hayalin arkasından geldim.
Sana geldim!
Geceleri tenha sokaklarda yürüyoruz,
senin hayalinle ben!
Umut sen, umutsuzluk gene sen.
Siyah gözlerini hayal ediyorum karanlıkta,
güneş doğuyor içime, yüzüm aydınlanıyor.

Bir hayalin arkasından geldim.
Sana geldim!
Sadece senin için…
İçin için soruyorum kendime,
Önemi yok mu hiç?
Hiç mi...
…Bir uzun yol trenindeyim,
karanlık geçitten geçiyorum.
Sonunda geçidin yaklaşan bir aydınlık var.
Aydınlık çıkışı görüyorum,
raylar devam ediyor.
Biliyor musun(!), yollar ve raylar sonunda hep sana çıkıyor.

Ben,
bir hayalin arkasından geldim.
Sana geldim!
Elbiselerim pis, tenim kokuyor.
Perişanım(!)
Gözlerim ağlıyor ama,
içimde bir bahçe var,
kuş sesleri,
mavi bir gökyüzü,
taştan evler var bir de, evler taştan.
Yosun tutmuş ağır duvarlar…

Ben bir hayalin arkasından geldim.
Sana geldim.
Güzel ve ürkek bir kuşsun ya,
ondan küçük adımlarla yaklaşıyorum,
nefesimi tut tuta,
yavaş yavaş,
sessizce.
Sapanımda ufak taşlar var.
Sensizken taşlaşan kalbimden, zararsız parçalar.
Canını yakmak istiyorum,
benimle yaşa istiyorum.
Ben bir hayalin arkasından geldim.
Sen kal olduğun yerde,
bana hayalimi ver.

Sana söylüyorum sevgili,
ben hayalimi istiyorum!

29 Ekim 2010 Cuma

GECENİN 3. SAATİNİN MELEĞİ

…Geceyarısını çoktan geçmişti. Heyecan duyuyordu. Saat 3’te onun olduğu yerde bir kapı açılıyor ve kapının içinden muazzam güzellikte bir ses geliyordu. Bu ses daha önce duyduğu hiçbir melodiye benzemiyordu. Melodinin tılsımlı tınısı, davetkar bir güzellikteydi… Ama o kapıdan içeri girmeye hiçbir zaman cesaret edemedi. İnsanca bir akıl yürütme ile, sesi kaydetmeyi ve ünlü prodüksiyon (müzik yapım şirketi) şirketlerine pazarlamayı da düşündü ama onu da beceremedi.

Kapı sadece sabaha karşı 3’te açılıyor; etrafa ışıklar ve sesler yayıyor sonra sessizce kapanıyordu. O bu duruma o kadar alışmıştı ki, bazen kapıya aldırmıyor, tatlı uykusunu bölmeden uyumaya devam ediyordu. Bu olağanüstü durum onun için sıradan bir hal almıştı. Tabi çevresindeki insanlarla kapıyı paylaşmak istedi, istedi ancak kapı sadece ona görünmek istediğinden olacak, katiyen belirmedi. Çıldırdığını düşündüğü oldu çok zaman. Ama “an” o kadar gerçekti ki, inanmamak için kör ve sağır olmak gerekti.

Nedensiz bir sebepten, kapının onu bütün kötülüklerden koruduğuna inanıyordu. Kapıyla kurduğu duygusal bağ, urgandan bir ip gibi sağlamdı. Sonsuza kadar…

Kapının sırrını çözmek için kapıları ve Saat 3’te olan mühim olayları araştırmaya başladı. Tarih, felsefe, din ve mitoloji kitaplarını özellikle okuyor, onu bulmak için gecelerini uykusuz geçiriyordu. Günler birbirini böyle kovaladı, zaman aktı geçti. Amma ve lakin hiçbir bilgiye erişemedi. Ta ki internette araştırma yapana kadar… -Gözünü sevdiğim guugle…-

Fromzon, Froomzon, Fromzoon... söylerken kulağa ne kaba geliyor, oysa o Gecenin 3. Saatinin Meleği’nin adı. Fromzon Dünya üzerinde seyahat etmek için diğer melekler gibi sevimli kanatlarını kullanmıyor. “Geniş bir kapıyla dolaşıyor.” Sevdiklerini korumak için her gün saat sabaha karşı 3’ü gösterdiğinde onların oldukları yere gidiyor; Kapısını aralıyor, ışığını ve melodinin tılsımlı tınısını paylaşıp kapısını kapatıyordu. Boyutlar arasındaki seyahatini kapısıyla gerçekleştirdiği için diğer melekler tarafından yadırgansa da o bu durumdan gayet memnundu.

Fromzon’un “Kapı gibi seyahat aracı” fark yaratıyordu.

Gecenin 3. Saatinin Meleği Dünyada dolaşıyor. Eğer sizinde odanızda o saatlerde bir kapı belirirse sakın korkmayın, muhtemelen o kapı Fromzon’un seyahat aracıdır!

Özlem Kaplan

BİR MARKANIN HİKAYESİ

Genç kadın market arabasını sürüyordu. Raflara özenle yerleştirilmiş ürünler, sağından ve solundan akıyor gibiydiler. Evden ihtiyaç listesini yapıp çıkmıştı. Çünkü o gün, her gün olduğundan daha çok işi vardı ve hızlı olmalıydı. Raflardaki ürünlerin çoğunu tanıyordu. Aklında onlara dair bilgiler vardı. Bu bilgileri edinmek için zaman ve emek harcamamıştı; Bazen evde televizyon izlerken bir reklam filminde karşısına çıkmıştı, bazen radyoda kulağına bir jingle olarak çalınmıştı, bazen otobüs beklerken duraktaki afişte görmüştü. Hayatını yaşarken zihnindeki yedi basamaklı ürün merdiveninde, yer edinebilmek için birbiriyle stratejik bir savaşa giden markaları, ihtiyaç duydukça algılamış ve sıralamıştı.
Herbiri aklında bir yeri işgal ediyordu:
- Bu deterjan pahalı ama “kar beyaz” yapıyor. Üst kat komşum Mehtap
Hanım da çamaşırlarını bu deterjanla yıkıyor.
- Bu şampuanın reklam filmi çok saçma ve komik. Ama eski bir marka güveniyorum, sonra kepekte yapmıyor.
- Bu saç boyasının kızıl serisi moda oldu. Handan’a çok yakışıyor, benim tenimde onunkine yakın, ben de mi alıp boyasam acaba? ... Tam da böyle kendiyle konuşup, alıştığı markaları sepette biriktirirken, hızla sürdüğü market arabasının kontrolünü yitirdi ve reyonun önünde duran genç adama çarptı. Genç kadının gözleri sarsıntının etkisiyle üç beş saniye kapalı kaldı.

“Reklamlar bazı nitelikleri daha dikkat çekici kılabilir ve böylece bu nitelikler bir ürünün zihinsel nitelik gündeminde daha üst sıralarda yer alabilir.
Hedef kitlenin zihninde yer etmek için; bir şeyi söyle, her yerde söyle, aynı söyle”!

Genç adam, aydınlık ve temiz süpermarketin reyonları arasında yürürken, seyrelmiş saçlarında elini gezdirdi. Şundan sadece 3-5 sene evvel uzun, daha gür ve güzellerdi. Bu durum zamanın hain bir oyunu, atadan kalma genetik bir mirastı. Son dönemde reklamlarda izlediği ve yeni saç ektiren yakın arkadaşı Haldun’un şiddetle tavsiye ettiği şampuanın olduğu reyonda durdu ve onu açık tenli elini rafa uzatıp aldı. Dediklerine göre şampuan mucize gibi birşeydi; saç telleriyle ayrı ayrı ilgileniyor, besleyip güçlendiriyordu.

“Bir markayı etiketlemek ve tarif etmek için kullanılan kelimeler ve resimler dikkatimizi aynı ürünün oldukça farklı taraflarına yönlendirebilir; Bizlere onu farklı şekillerde görmemiz için yardımcı olabilir”.

Genç adam, bildiklerini doğrulamak için şampuanın, beyaz renkli şık ambalajındaki yazıları dikkatle okumaya başladı. Ne çok yazım hatası yapılmıştı. Markaya duyduğu güvenin sarsıldığını hissetti. Tam da bu sırada bir market arabası genç adama çarptı ve adam sendeledi.

“Tüketiciyi baştan çıkarmak zor, Sadakatini kazanmak daha zor, kaybetmek çok kolaydır.”

Genç kadın göz kapaklarını araladı. Market arabasının içindekiler sarsıntının etkisiyle yerlere saçıldı. Genç ve güzel kadın, temizlik reyonunun önünde duran seyrek saçlı genç adama çarpmıştı.

“Hiç tanımadığınız birini, bir aşığa dönüştürmekle,yeni tanıştığınız bir tüketiciyi, müşteriye dönüştürmek arasında benzerlikler vardır.”

Aşk süpermarkette satılan bir ürün gibidir. Reklamını yapar; bir mesaj verir, vaatleri vardır ve değer taşır. “Reklamlarda ürünler, tüketicisi ile akılcı ve duyguları hedef alan stratejiler ile iletişim kurar”.

Sendeleyen genç adam başını kaldırdı ve kulak deliklerinden girip beynine saldıran telaşlı ve yumuşak sesin sahibine baktı. Karşısında genç ve alımlı bir kadın duruyordu.
-Çok özür dilerim. Çarptım size, iyi misiniz?
-... Çarpıldım…Ya yani yok yok bişey.. bişey yok! İyiyim.
Genç kadın çok üzgündü; tatlı bir ses tonu ile Adama mahcubiyetini anlattı ve kendini affettirmek istediğini söyledi. Adam bir fincan kahve iyi olurdu dedi... Birlikte marketten çıkıp kahve içmeye gittiler.

“Aşık ürünle aynı şeyi amaçlar; olumlu algılanmayı, etkilemeyi ve istenilen davranışı sağlayacak tutumu yaratmayı ister. Yeterli olumlu etkiyi yaratırsa, tüketilen bir marka olur”.

Kahveyi nerde içtikleri ve ilişkinin nasıl geliştiği hakkında bir fikrim yok. Çünkü gördüklerim marketin içinde yaşananlarla sınırlı. Henüz çok tanınmıyorum. O yüzden uzun süredir bu markette bekliyorum. Her gün onlarca değişik yüz gözlerini bana diker, ben onları onlar da beni inceler. Akıllarından geçenleri, beni nasıl algıladıklarını, geliştirdikleri tutumları ve nasıl davranacaklarını tahmin edebiliyorum.Çoğu farkında değil: Yaratılışım, bana bakan gözler basit algılasa da oldukça karmaşık ve beni anlamaları zaman alacak. Kampanyam sürüyor.

“Ben marketin temizlik reyonunda ön sıralarda konumlandırılmış, piyasada yeni Bir Şampuan Markasıyım”.

Özlem Kaplan

2007

28 Ekim 2010 Perşembe

UYKU PROGRAMI

Heyecanlısın. Çünkü birazdan odana gidecek, yatağına girecek ve uykuya dalacaksın. Hadi derin bir nefes al, dalmak hiç zor olmayacak. Acaba, bu gece ‘sevgili uyku’ seni nereye götürecek, kiminle olacaksın orada? En farklı, en çılgın, en sıra dışı… Senin en güzel rüyan belki de bu gece yaşanacak!

…Gündüz düşler, gece rüyalar görmek konusunda iyiydi. Bütün gün deliler gibi çalışıp yoruyordu kendini. Çünkü, gece yorgun bedenini yatağa bırakmayı ve tatlı tatlı uykuya dalmayı seviyordu. -Yani gün onu yoruyor, o geceleri rüyalar görüyordu.- Gündüz bütün o koşturmacanın ve telaşın arasında mutlaka düşler kuruyor; düşlerle hayat doluyordu. “...Hey nereye gittin yine, senin kafan nerde? Uyuyorsun! / Çok dalgın ve unutkansın yine bu aralar! Uyuyorsun!..” diyenlere hafifçe tebessüm etmekle yetiniyordu. Düşleri sevdiğini söyleseydi anlayacaklar mıydı sanki.

Şöyle düşünüyordu: İnsanlar kendini yenilemek için yollar bulurlar, o şeyle şarj olurlar. İnsanlar ruhu olan etten ve kemikten makineler… Onun şarj aleti düşlerdi. Düşler dünyası küçük bir kaçış, tatlı bir soluk, iyi bir yenilenme yolu. Ve Rüyada; katil olmak, sevgili olmak, büyük bir bahçede çiçek toplamak, yükselmek-alçalmak… Muhteşem! Gerçek’in sınır tanımaz kardeşleri Rüyalar…

İyi rüyalarda güzeldir kabuslar da. O kabus görmeyi seviyordu. Karanlıkta yalın ayak koşarken, köşe başlarını tutmuş sevimsiz yaratıkların vücudunda yarattığı “adrenalin tetiklemesini” hiçbir şeye değişmezdi. Bu hissi yakalamak için gazetelerin 3. Sayfa haberlerini ve bazı TV kanallarının haber programlarını özelikle izleyip yatıyordu. Böylece kabuslarını yaşanmış gerçek olaylar şarj ediyordu. Aşk filmleri, sıkıntılı ama umutlu senaryoları olan pembe dizileri de düşlerini ve rüyalarını beslemek için kullanıyordu. Buna “Uykuyu Programlamak” diyordu.

Ve devam ediyordu: “Gece- gündüz, yalnızken-kalabalıkta, mutluyken-sinirliyken… düşlemek gerek ve rüyaları gerçeklerle beslemek; yoksa yarım kalınır, hayat eksik yaşanır.”

Ö.K.

Not: Özlem için bu metin bir denemedir.

27 Ekim 2010 Çarşamba

DEĞİŞİM

Hergün aynı yollardan yürüyorum;
aynı yollar hergün değişiyor. Ö.K.

22 Ekim 2010 Cuma

Dağa ne oldu?

Orhan’a ne olmuş,
Dağ gibi çocuktu?

Orhan yatağa düştü.
Düştü gözden Orhan,
Çünkü hasta oldu.
Kudretini çaldı hastalık.

Haftanın 6 günü,
Günde 9 saatten,
Haftada 54 saat eder.
Makine gibi,
Çalışması beklenir
ondan.

Çalışmalı Orhan!
Dağ olmalı,
Orhan taştan.

Dağ düşer mi hiç,
Yıkılır mı?
Dağ gibi çocuktur Orhan,
Ama düştü işte.
Kış Nezlesi oldu.
Bir dağ evinde,
Yatmakta yumuşak
bir yatakta.
Çorba pişirdi,
Karısı ona.
Arayan yok, soranda.
Dinleniyor Orhan.

Ancak Patron,
Şikâyetçi bu durumdan.
Çalışmadığı her gün
Düşüyor maaşından.

Orhan hasta olmuş,
Dağ gibi çocuktu?
Ama iyi oldu.
Düşenin dostu olmuyor,
Onu anladı Orhan… Ö.K.

21 Ekim 2010 Perşembe

Karanlık ve Aydınlık

Karanlık der ki; içimde aşk var ve aşk sonsuz bir Aydınlıktır. Ö.K.

Çünkü o bilinenin aksine, Aydınlık kadar masumdu.

Karanlık onun için söylenenlere anlam veremiyordu: Cinayetler işleniyormuş karanlıkta. Arabaların teypleri çalınıyormuş; Sonra ahlaksızlar utanmadan karanlıkta sevişiyormuş… Karanlık tüm kötülüklerin üstünü örtüyormuş. Oysa Karanlık Aydınlık kadar masumdu. O sadece Aydınlığına kavuşma umuduyla onu takip ediyordu. Ama ne zaman ona yaklaşsa, aşığı kaçıyordu. Karanlık biliyordu ki; “Kötülük” karanlığı kirletemezdi, Çünkü Karanlık aşk dolu ve tertemizdi.
Özlem Kaplan
21Ekim 2010

20 Ekim 2010 Çarşamba

Pencerenin Gözleri

Gökyüzünün rengi gri bugün ve kuşlar gökyüzünde uçuyorlar, üstlerine damlalar düşüyor ve onlar damlalara aldırmadan kanat çırpıyorlar. Küçük küçük binaların, daracık yolların üzerinden uçarken ıslanıyorlar. Küçük kuşlar çok çok yukarılardan aşağıya bakıyorlar. Gördükleri (hey gidi) koca dünyadaki küçük dünyalar…

…Eylül ofisinin dar penceresinden çevresini izliyor. Damlalar sertçe betona çarpıyor sonra terasın avlusunda birikiyor. Su içini ürpertiyor çünkü soğuk havaların verdiği hissi anımsıyor. Başını gri gökyüzüne çevirdiğinde ise küçük kuşları görüyor; Onlar kanat çırpıyor, muhtemelen güneye gidiyor. Eylül, soğuk havalarda ne zaman gökyüzünde uçan bir küme kuş görse, biliyor: “Kuşlar güneye uçuyor.”

…Okul sırasında esmer, narin, küçük bir kız çocuğu… Hocası iklimlerden bahsediyor. "Türkiye’de dört iklim yaşanıyor: İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış. Kışlarda kuşlar sıcak iklimlere uçuyor. Kuzey soğuk ve güney sıcak. Dünyadaki en sıcak yer Antalya. Kuşlar Antalya’ya uçuyor. Onca kuş, uzun bir kumsalda güneşleniyor. Çünkü kuşlar güneşi seviyor. Minik şezlonglarda onlar, on bin baloncuklu gazozlarını yudumluyor; gözlerinde siyah camlı gözlük… Kuşlar, yanmasın diye kanatları, ayaklarını kullanarak birbirlerine yağ sürüyor." Küçük kız başını nazikçe okşayan büyük elin ağırlığıyla irkiliyor. Sonra kulakları ince bir ses duyuyor. Sesin sahibi “Eylül (!) diyor; söyler misin lütfen az önce ne dedim ben?" “Öğretmenim Kuşlar güneye uçuyor!”

Küçükken Dünya insana ne kadar büyük geliyor. Okul büyük, yollar büyük, ev büyük, anne ve babalar sonra öğretmenler çok büyük. Komşu teyzenin çamaşır suyu kokan elleri ve yemekten hemen sonra tabakta yenmeyi bekleyen bir dilim kek, gerçekten büyük.

…Dünya, pencerenin gerisinden bakarken insana ne kadar da küçük geliyor. Sıcak iklimler, uzak kültürler, tüm o anlatılan yerler ve öğretilen şeyler hani nerdeler? Eylül, rüzgarın hafif hafif sarstığı ağaçları, yüksek katlı beton binaları, damlaları ve uçan küçük kuşları görüyor. Dünyadan şimdi sadece bunları görebiliyor ve fazlasını görebilme ihtimali güzelken, onun canını sıkıyor. Çünkü, o işyerinde; Ve sadece bir süre (sanat yönetmeni gelene kadar) pencereden bakacak.

…Kuşlar bazen pencerelere konuyor. Çünkü bazı pencerelerin meraklı gözleri açık oluyor.

Özlem Kaplan

14 Ekim 2010 Perşembe

GERÇEK ÇIPLAK DOLAŞMAZ Ö.K.

Gerçeği bütün çıplaklığı ile göremezsiniz; Çünkü gerçek çıplak dolaşmaz. Gerçek hep giydirilir. Üstelik niyet çoğu zaman onu üşümesini önlemek değildir. Üstü örtülen gerçekler buz keser. Gösterilmeden kimseciklere bir şeylerin gerisinde berisinde donar kalır. Zamana bırakırlar, derler ki; gün gelir nasılsa açığa çıkar. Ne de olsa; zaman aradaki, gerideki berideki buzları eritir. Oysa “örtü” kalınca bir perdelik kumaştandır ve gerçeğin üstünü örterken gözlere de iner.


Aç gözlerini der birileri. Çevrene biraz dikkatli bak; oku, dinle, izle… Oysa izlenen de dinlenen de, okunan da çıplak gerçek değildir. Perdeler, en kaliteli kumaştan ışık geçirmez özellikte üretilmiştir. -Kaçışı yoktur, ışık perde de hapistir.- Kim üretmiş derseniz, kılıf imal edenler demekle yetinirim. Kılıf bulanlarla örtüyü örtenler de aynı kişilerdir üstelik.


Çıplak gerçeği gören o kadar azdır ki; kılıf bulanlarla perde indirenler belki de onu gören biricik insanlardır; Nadide, eşsiz, takdir toplayan, hürmetkar iltifatlarla pohpohlanan, kucaklanan, alkışlanan ve tüm bunlar var ya aslında; hep yalandandır, yalancıktan… Kılıf bulanlara inananlar, işlerine geldiği için inanırlar; inanmış gibi yaparlar… Atalarımız ne demiş: “Minareyi çalan kılıfını da hazırlar.”


Yalan, hiç bu kadar iyi olmamıştı. Palavra palavra palavra. Batsın bu dünya. Odalarda ışıksızım… Çünkü örtülerde, perdelerde çok kalın!



Özlem Kaplan

16 Temmuz 2010 Cuma

Ben oyun oynamıyorum

Bendeyken sıkılma diye,
içime dev oyuncaklar kurdum.
Ama sıkıldın yine sıkıldın!..
Mızıkçısın!..

Deli

Ben Akıllı-Delileri;
yüzlerinde taşıdıkları,
ağırlık yapmayan
gülüşlerinden tanırım.

15 Temmuz 2010 Perşembe

İPEK

Cihangir’de bir sokak,
Soldan üçüncü bina,
Köşe başından sayarsak.
İkinci kattasın,
Işıkların kapalı,
Saat sabaha karşı,
Üç otuz suları.
Düşünmek deli ediyor,
Kim var şimdi yanında?
Çilek renkli iç çamaşırın içinde sen,
Pembe renkli hayaller kurardık,
İpekten çarşafın üzerinde uzanırken.
Oysa şimdi ben,
Nefret ediyorum,
Çilekten, ipekten,
Başkasına değen teninden.
Çileğe,
Tenine,
İpek’e elveda!
Ö.K./2007

Karanlık ile Aydınlık

Aydınlık der ki: Karanlık çekil yolumdan, sen varken önümü göremiyorum. Ö.K. 15 TEMMUZ 2010

27 Mayıs 2010 Perşembe

Masa Başında Işıklı Bir Fantazi

Masamda oturuyordum.
Müzik dinliyordum.
Bir ışık yandı…
Ve ben, temiz bir sayfa açtım.
Düşündüm ve çok hissettim.
Göz bebeklerim büyüdü.
Büyüdü ve küçüldü.
Notalar hücum ediyordu kulaklarımdan içeriye
Ben tuşlara narin parmaklarımla sertçe basarken,
bir ışık daha yandı…
Yandı ve söndü.
Bir kalem aldım elime
Yüzümü çizdim…
Mutluydum.
Mutluydum neden mi?
Çünkü ben yüzümde yüzünü görmüştüm
Tepede ay vardı ay
Ayda uzun bir ray
Rayda yalnız bir tramvay…
Ve biliyor musun sen de mutluydun
Üstelik bana göz kırpıyordun…
İçim kıpır kıpır oldu.
Sevinmekti bu…
Yine beni ziyarete gelmiştin…
İçimdeydin, taa içimde…
zihnimde bi’yerlerde…
Seni oraya hapsetmek istedim.
Kal ve hiç gitme istedim.
Ama gitsen de, gelirsin di mi yine…
Yine, yine, yine!..
Sen gitmezsin uzaklara,
Terk etmezsin hiç beni..
Saklanırsın sadece,
Sadece saklanırsın bilmediğim yerlere…


Seni seviyorum…
Seviyorum seni İlham Adam…

5 Nisan 2010 Pazartesi

Taş gibi içime oturdun!

Gökyüzü camına
saydam, ıslak taşlarını atarken,
gözümden damlalar,
geri dönmüş esmer tenli kağıdı ıslatıyor.
Ve yazıyorum, dudaklarım kadehle öpüşürken.
"Umut'a Özlem."
Ö.K.

Aydınlık ve Karanlık

Aydınlık der ki; Sen, Kar’anlıkken gökyüzünde, ben yeryüzünde seninle üşüyorum.Ö.K

Zavallı Gezgin

O bir gezgindi,
Kadınlar gezerdi.
Bedenlerini izler,
Ruhlarını dinlerdi.
‘Tutkuyla geldiği yerde’ kısa kalır,
Sonra başka kadınlara yolculuk ederdi.
Yolculukları bazen keyifli,
Bazen sıkıcı geçerdi.
Her yolculuk sonunda,
Geriye kalan aslında,
Bir an(ı)dan ibaretti.
O harcadığı her kadınla,
Anılar biriktiren bir gezgindi.
Bir gün gezgin anılarında kayboldu.
Anılar kadınlardı.
Gezgin kadınlarda kayboldu.
“Bir kadın”da kaybolmaktan korktuğu için gezgin, “kadınlar”da kayboldu.
O artık yoktu.
O artık herkes için hiç kimseydi.
Hiç kimse olmak kötü hissettirdi,
Gezgininin düşünme vakti gelmişti;
Böylece kendine yolculuğu başladı.
Kendine gelmek zordu.
Zoru başarması için bir kadın yanında durdu.
Ve sonunda gezgin o “bir kadın”da kendini buldu!..
Ö.K.

29 Mart 2010 Pazartesi

Karanlık ve Aydınlık

Karanlık Aydınlığı kapladı. Aydınlık bi' Karanlığa bi' kendine baktı; Eskisinden daha da aydınlıktı. Karanlığa onu aydınlattığı için teşekkür etti, ve lütfen dedi; sonsuza kadar karanlığınla aydınlat beni!.. Ö.K.

O

Başını kaldırsa, gökyüzünün rengini görecekti; ama o, sırtsırta vermiş gri-kare kaldırım taşlarını saymayı seçti. Ö.K.

Ajda Pekkan

Bazı kadınlar vardır, yaşları yoktur; Onlar sadece, zaman içinde, başka başka kadınlar olurlar. ÖK.

Karanlık ve Aydınlık

Karanlık yalnızken, aydınlık ona göz kırptı. Karanlık bi'anlık aydınlandı. Sonra yine yalnız kaldı. ÖK.

Büyük ve Küçük

Küçük bi' kızken ben, sen büyüktün. Sonra adam, farkettim, ben büyüdükçe sen küçüldün! Ö.K.

Karanlık ve Aydınlık

Üç pencereli bir oda, "karanlık"! Bir araba yoldan geçiyor, pencerelerden içeri aydınlık doluyor. Karanlık aydınlığı misafir ediyor, sonra uzun uzun ağırlamak istiyor. Lakin olmuyor; çünkü araba yanına aydınlığı da alıp yoluna gidiyor. Karanlık düşünüyor; pencereler kapansa, aydınlık içeride kalsa, ama olmuyor... Gidene dur denmiyor!

Akıl Gezegeni

Sınırların, kalıpların ve duvarların olmadığı orada düşünceler; renkli, hafif, uçuş uçuş, özgürce ve en saf halleri ile geziniyor. Uçmakla konmak, yürümekle oturmak, tutmakla bırakmak… arasındaki süre bilinen hiç bir fizik ve matematik kuralına uymuyor. (devamı var, ama sizinle paylaşmak istemiyorum :P ) Ö.K.

Karanlık ve Aydınlık

Yalancı Bahar Aydınlığı kandırdı. Zavallı Aydınlık öyle bir kandı ki; güneşin renkli, zengin, büyülü, sıcak ışıkları uzun kolları ve ince parmaklarıyla ona hep sarılacak sandı. Sonsuza kadar Baharı yaşayacaktı. Ama yanıldı işte,yanıldı! Bahar gitti! Aydınlık kırıldı, karanlığına çekildi, onda teselli buldu. Düşündü,düşündü ve düşündü. Sonra farketti; onun ışığı, baharı yine kendi Karanlığıydı!Ö.K.

Kova ile Balık'ın Aşk Hikayesi

İçime girdiğinde taştım.
Islaktım ıslattım.
Arttım seninle,
çoğaldım sandım;yanıldım!
Çıktığında içimden,
artık eskisinden daha eksik,
ama yine su dolu bi' kovaydım.