30 Mayıs 2015 Cumartesi

Saadet'e Mani



Sabahın erken bir saati. Gökyüzü taş kaldırım gibi gri. Bulutlar yağmur yüklü ve karanlık. Kadın kırmızı yağmurluğu içinde çok güzel ve kırılgan. Yürüyor. Tek başına yürüyor, sakince yürüyor. Arkasından ilerliyorum, gözlerim üzerinde geziniyor, sonra ensesine takılıyor. Nasıl da uzun ve beyaz... İçimden sarı saçlarını toplamakla iyi etmiş diye geçiriyorum.

Onu aylardır merak ediyorum. Yüzünü yakından görmek için deliriyorum. Ama yapamam, cesaretim yok. Yıllar önce onun kadar güzel ve sağlıklıyken kocam bana aşıktı. Şimdi ona... Cümlenin sonunu getirmek istemiyorum. Sinirlerim bozuluyor; içime kontrol etmekte zorlandığım kötü duygular doluyor: Kıskanıyorum, öfkeleniyorum.

Sadece güzel olsa "iyi" diyorum. Aptal ve duygusuz bir sürtük olması için dua ediyorum.  Tek derdinin para olmasını diliyorum. Kocamı kullanması, iliklerine kadar sömürüp tekmeyi basması temennim.  Ben, tamamen iyi niyetle, kocamın  canını yakmasını istiyorum. İt gibi sürünerek kapıma düşmesi ailemin saadeti için yerinde olacak. Gerçekleri anlaması için bu gerekli!

Gerçek(!)  "bana mecbur olduğunu anlaması gerektiği."
Ve gerçek ne?
Bu kadının gerçeği ne? Çok iyi tanıdığımı sandığım kocamın gerçeği ne?

Bulutlar yükünü bırakmaya başlıyor. Başımı kaldırıyorum ve yağmur tanelerinin yüzüme düşmesine izin veriyorum. Yüzüm, tam ortasında alçak bir tepecik olan çorak toprakları andırıyor. Renkten ve neşeden eser yok. Varsa yoksa kuraklık; varsa yoksa  yokluk. Gençliğim, nerdesin? Yağmur bile şimdi başka hissettiriyor; melonkoli ve yanlızlık...

Kadın hızlanıyor; bense yavaşlıyorum. Aldatılmanın yükü daha da ağır geliyor başımı eğip omuzlarımı  yeniden öne düşürüyorum. Yağmur sertçe düşüyor ve sırtımı her bir dolu tane çok güçlü dövüyor.  Olduğum yere çivileniyorum. Üşüyorum!

- Allah belanı versin Vahap!

15 Mayıs 2015 Cuma

DÜŞEYAZMAK

Adam, bulutların üzerinde yürüyordu. Her adımında kösele ayakkabısı bulutun yumuşak karnını eziyor, iz bırakıyordu. Sakindi, hiç olmadığı kadar. Daha önce takım elbiseleri içinde hiç bu kadar rahat hissetmemişti.
Ölmüş müydü yoksa? Elbiseleri vardı. Ölse bedeni olmazdı oysa. Ne gerek kalırdı elbiselere o zaman...
Zaman! O çok çabuk geçiyordu. Kolunda saati yoktu ama onun akışını kanında ve kalp atışında hissediyordu. Zamanlardan bir zaman, günlerden bir gün... Hani, parmağını ağzının içinde çevirerek ıslatıp usulca esen rüzgara tutmak gibi. Varlığını görmez ama bilirsin. İşte öyle bir şey...
Sonra bulut bitti. Başını eğdi, uzaklardaki yeryüzünü gördü. Düşmenin vakti gelmişti. Rüzgarı hissettiği gibi ve zamanı... bunu da hissetmişti. Yere inmeliydi.
Ne vardı ki yerde? Geçmişini hatırlamak için zihnini zorladı. Nasıl yükselmişti bulutlara hatırlayamıyordu ama yeryüzünü anımsayabiliyordu: Bir ev, bir kaç arkadaş, gri kaldırım, taştan binalar ve ofis duvarları!
Uçmaya ve yükselmeye ve her şeyi olabildiğince geniş görmeye karar verdiğinde, hayatına sıkışmıştı. Yeri daralmıştı, o kadar daralmıştı ki; aramaya ve sormaya karar vermişti!
Resmin hepsini görmeden önce fırça darbelerini incelemek gerekti.  En küçük, en dar, en yetersiz, en bunaltıcı... en kötü! İYİYDİ...
İYİ!
Adam, "bütün kötü enlerine" minnet duydu. Onları bir anne gibi sahiplendi. Önce kendinden korumaya karar verdi. Ve yeryüzüne inmeden önce, her birine yemin etti. Aşağı indiğinde onların yerini yenilerine vermeyecekti.
Bulutların üzerinde kendiyle kaldıktan ve düşündükten sonra "dünyasını büyük tutmaya karar vermişti."
İşte, yeryüzüne düşmenin vakti gelmişti.
İki adım geri çekildi; adımlarının ezdiği yerleri yeniden ezdi. Ve gerildi, koştu koştu koştu(!) kendini aşağı bıraktı.
Geçmişini soyunmuş, çıplakken yatağına çakıldı. Vücudunun kestiği tavandan Bulutunun gidişini izledi.

Güldü, güldü, güldü...

5 Mayıs 2015 Salı

Masaya Damlayan Ketçap ve Gözyaşı

Duvarlarla çevrili bir mutfak. Duvarlarda renkli kalebodurlar. Sanki hayatın bütün renklerini mutfak duvarındaki küçük karelere yerleştirmişler gibi. Buzdolabının üzerine süslü magnetlerle sıkıştırılmış anılar. Fotoğraflar, renkli ve siyah beyazlar. Eylül mutfakta geziniyor, beş adım boylamasına ve dört adım enlemesine. Yerde süslü halıları örten süslü örtüler var. Her şey üst üste her şey kat kat. Mutfaktaki yoğun enerji Eylül’ün hoşuna gidiyor. Mutfak Annesine benziyor.

Ayşe Hanım, yumuşak yüzünün arkasında tüm o yaşanmışlıkları saklamak konusunda usta. Yuvarlak yüzüne dolgun dudakları özenle yerleştirilmiş. Sohbetine ve tebessümüne doyum olmuyor. Sanki hiç üzülmemiş, sanki hiç incinmemiş, gören “biblo gibi kalmış” diyor. Mutfak tezgâhının sağında ve solunda bibloları için raflar var. Biblolar neredeyse küçük oğlu ile yaşıtlar. Raflarda on sekizini bitirmiş on dokuzundan gün alan biblolar; çok güzel ve çok kırılganlar ama onca yılı büyük bir hasar görmeden atlatmayı başarmışlar. Elma yanaklı bir oğlan çocuğu, memeleri süt dolu yeşil bir inek, sarı saçlı ikiz kız kardeşler Eylül’e iyi geliyor. Onları alıp ellerine narince, yüzlerindeki tozları parmak uçlarıyla silmeyi seviyor. Bibloları Ayşe Hanım’a benziyor.

Mutfakta günler sıcak ve keyifli geçiyor. Akdeniz havası balkona açılan kapıdan ve küçük pencereden içeriye sıcak hava dalgasını ve tuzlu denizin kokusunu taşıyor. Gündüzleri mutfak güneş alıyor, akşam olduğunda sokak lambalarından süzülen sarı ışıkla aydınlanıyor. Bazen de bazı gecelerde mutfak, dolunayın ışığı ile banyo yapıyor. Ayşe Hanım mutfağında misafirlerini ağırlamayı seviyor. Çünkü işini yaparken de onlarla sohbet edebiliyor.

Ayşe Hanım Eylül’e diyor ki; Bu masa (dikdörtgen mutfak masası) kızım uzun yıllardır burada benimle ve kimleri ağırladık birlikte. Neler konuşuldu kimler, bi’ bilsen!..

Mutfak masası, çevresindeki dört ayaklı beş sandalye ile yıllardır bir kenarını duvara dayayıp duruyor. O duruyor, kadınlar geliyor. Üstünde çaylar içiliyor ve kurabiyeler yeniyor. Örtüsü kahve lekesi oluyor, üstüne ketçap ve bazen de gözyaşı damlıyor. Örtüde lekeler birikiyor ve yıllar lekeleri dokuların arasına hapsediyor. İnatçı olan lekeler mi, yoksa…

Gözyaşları, onlar uçuyor, havaya karışıp insanların içine kaçıyor, görünmeden. Doğuş ve kaçış hikayeleri sahiplerinden dinlendiğinde çok trajik ya da komik… Geçmiş geçmişte kalıyor (mu acaba?) Kadınlar mutfak masalarında hikayeler anlatıyor ama.


Ö.K.