18 Haziran 2013 Salı

Tuğçe der ki: Bir zamanlar bok suratlı yüzünden ben…




Kapının eşiğine çömelip kalmıştım, taş çıplak ve soğuktu, etimi üşütüyordu, sızlayan yerlerimi dayayıp acımı hafifletmek isterdim ama kımıldamaya korkuyordum. Ne kadar süredir orda öyle hareketsizdim, bilmiyordum. Yumuşak yaklaşımlardan eser kalmamıştı; yıllar onunla, benden o ilk duyguları alıp götürmüştü. Çığlıklar atıyordum ve tırmalıyordum öfkeliyken, üzerime tokatlar ve tekmeler savrulurken gereksiz bir çabaydı benimki ama içimden geliyordu. Onu seviyordum ve onu sevmiyordum; beni seviyordu ve beni sevmiyordu. Belki tam anlamıyla Aşk’tı bu belki de “Hayat’ın” tam karşılığı: Kaotiktik bi’ kere değişmiştik sonra, sonra barışçıl ve savaşçıl anlarımız olmuştu… Sonsuz uzaydaki bilinen ve henüz bilinmeyen her şey gibi yerimizde durmuyorduk ve bir yere de varmıyorduk. Eşsiz bir sarmalın içinde dönüp duruyorduk. Nasıl buraya gelmiştik ve nereye gidecektik bilmiyorduk. Başlangıç ve sonuç yoktu sadece dönüyorduk. -Aşk ve nefret ekseninde dönüyorduk, kafamda kurşunlar sıkılıyordu ve o yankılanan güçlü ses beni vuruyordu.-
Küçükken dünya dönerken nasıl olduğum yerde durduğuma, nasıl başımın dönmediğine anlam veremezdim şimdi büyüdüm ve anlıyordum, bilimin söyledikleri mantıklı geliyordu. Ama bu kapı eşiğinde etlerim sızlarken neden oturup kaldığımı bilmiyordum. Anlam veremiyordum kendime, bilmiyordum(!) Sinir bozucuydum. Bok suratlıyı hala seviyordum ve her kavgadan sonra ona dönüyordum. -İçimdeki sevgi vuruluyordu ama ölmüyordu.-
Büyük ve anlamlı bakan gözleri vardı, içimi ısıtan… Tanrım bu öküz de kim? Ben bir öküzü sevemem ki! Canımı acıtan bu öküzün, bu bok suratlı herifin gitmesini ve benimkini geri vermesini istiyorum! Mümkün müdür? –Zaman gösterecek.-
Küçük bir çocuk gibi ağlamak ve Tanrı’ya yalvarır gibi yalvarmak, geri ver onu, bana geri? Yoksa seni defalarca kez tırnaklamak ve o bok suratına sövmek zorunda kalacağım. Belki de bıçaklayıp uykun da öldürürüm seni. Vahşet ve gazetede küçük bir manşet. Üçüncü sayfa haberi, ucuz ve tanıdık. Kaç kadın ve kaç erkek önce severken birbirini deliler gibi sonra öldürmüyor ki(!)
Delilik! Hepsi delirmekten ve delirtmekten oluyor zaten, deliler gibi sevmekten, ölecek kadar sevmekten… Ah(!) gebertmek istiyorum şimdi seni, bağırsaklarını deşip dışarı çıkarmak ve o kalın ensene dolamak istiyorum, seni kalın bağırsağınla asmak istiyorum, uzun mutfak lambasında sallandırmak –Bok suratlı pislik-

Evden kapıyı vurup çıkmanı sessizce beklemem, hep böyle sessizce bekleyeceğim anlamına gelmiyor; yerimden kalkmalı, yıkanmalı, arınmalı ve yaralarımı sarmalıyım. –Sana bir şans daha vermeden önce…-

10 Haziran 2013 Pazartesi

AMPUL KAFALI SARI DEV VE AĞAÇ


Ağaç, kalın bir gövde, ince kollar ve uzun parmaklarla hayata tutunuyor. Bazen rüzgar; yumuşakça eserken ve okşarken yapraklarını; bazen üzerine sertçe savururken tozu toprağı o hayata sımsıkı sarılıyor. Aşıklar gövdesini bıçaklıyor, derisini sıyırıyor, sesini bile çıkarmıyor. O hep iyi niyetten biliyor, masum duygular yüzünden… Acısı hafifliyor, sessizce yaşamayı sürdürüyor. Aşk acısıyla yanıp içindeki ateşi söndürmek için, içlerine kafa yapıcı sıvıları akıtan zavallılar, gövdesine dayanıp ağlıyor sonra şişeleri ayakucunda bırakıp gidiyorlar, kızmıyor.  O hep iyi niyetten biliyor, masum duygular yüzünden. Sonsuz bir hoşgörüyle ve sessizce yaşamayı sürdürüyor.
 Şakalaşıp oynaşan yeni yetme aşıklar, dallarını kırıp yapraklarını çekiyor, tepesine tırmanıp kuşları avuçlarıyla yakalamak isteyenler bile var. Aşk gösterisi tehlikeli olabiliyor. Üzerinden düşüp kolunu kıranlar var (Ah be ah!) İzler bir ömür taşınıyor, bedenler toprağa karışıyor, boşalıyor. Ağaç üzerinde gösteriler sürüyor.  Pazartesi, Salı, Çarşamba… günler birbirini kovalıyor; dayanananlar, tırmananlar, acıtanlar, kanatanlar hiç bitmiyor. O hep iyi niyetten biliyor, masum duygular yüzünden. Kızmıyor, sonsuz bir hoşgörüyle ve sessizce yaşamayı sürdürüyor.  
Hayat, rengarenk bir gökkuşağı başı da yok sonu da, altından da geçilmiyor. Ağaç başını hatırlamadığı sonsuz bir hayatın içinde, gökkuşağının altında, insanlarla yaşıyor. Dünyayı izliyor, aşık ayyaşlar ve çapulcular çevresinde değişiyor da değişiyor. hayat; deniz gibi dalgalanıyor, nehir gibi kıvırıyor, kadın gibi deviniyor, çocuk gibi oynuyor… Deniz’ler, Nehir’ler kadınlı çocuklu onun hep dibindeler. Hareket etmese de o, hayat renkli, hareket etmese de o hayat hareketli: Biliyor; insan bile hızına yetişemiyor. Mutlu mutlu yaşıyor ömrünü, bol bol nefes alıp veriyor.
Ama, bu aralar aldığı nefes içini yakıyor, sanki köküne biber sürmüşler. İnsanlar da çoğaldı anlam veremiyor. Kolları çok, parmakları uzun; hepsini okşamak, kucaklamak istiyor ama ilk defa yetememekten korkuyor. Bu ilginin nedeni nedir? Ama tabi ilgi güzel. Ağaç, Allah’ın kudretli elinde aşkla yaratılmış, yaradanı seviyor, aşkın kendisi o, ondan ötürü her şeyi seviyor: Kuşları, bulutları, rüzgarı, Ayyaş, çapulcu aşıkları seviyor.  …Seviyor da seviyor... Çevresinde aşk olsun ona o güzel.
Ampul kafalı sarı devi bile seviyor! “Geçen gövdesinde derin bir acı hissetmişti, içinden hangi aşık delirdi diye geçirmişti? Ayyaş ,çapulcu aşıklar, aşktan kendinden geçerdi, içerdi içerdi, derisini sıyırıp, kalpler çizerdi –de bu öyle değildi. Beterdi(!) Acısını hafifletmek için iyi niyet aradı çevresinde? Aşk yoktu, aşık yoktu ne ötesinde ne berisinde ne de tepesinde… Sarı büyük bir dev vardı, ısırığı da pek bi’ acıtmıştı! Canına okumak isteyen bu sarı, ışıklı, yanıp yanıp sönen, ampül kafalı dev de kimdi? Onu bir türlü çözemedi.

O dev peyda olduğundan beri çapulcu ve ayyaş aşıklar; Deniz’ler, Nehir’ler kadınlı çocuklu, geceli gündüzlü dibindeler… Biberli hava da hafifledi. Derin derin nefes alıp verebiliyor yeniden… Her nefeste dallarına ve yapraklarına oksijen doluyor. Hayat çok güzel, yaşamak çok güzel yeniden en derinden hissediyor.  Oh Be(h) Mis!