22 Kasım 2011 Salı

Muz ve Çilek

…Güneş bir aralık bulup perdeden odanın içine sızıyordu. Loş ve havasız oda kadınla adamın birbirine dolanmış vücutlarıyla doluydu. İki aşık sarhoştu: Günlerden neydi? Akreple yelkovan hangi vaktin üzerindeydi? bilmiyorlardı. Dün geceki tutkulu temas bugün yoğun duygulara dönüşmüştü. Bu eşsiz bütün olma hali sonsuza kadar sürsün istiyorlardı.
Güneş odayı zamanla daha çok daha çok (!) doldurmaya başladı. Gözlerini açmaları ve güne uyanmaları gerekti. Aşktan körken araladılar gözlerini. Yüzleri birbirine değdi, dudaklarında ikiz bir tebessüm belirdi. Öpücükler ve dokunuşlar peşi sıra birbirini izledi. Duygular, aralık göz kapaklarından ve dudaklardan berrak bir su gibi sızıyordu sanki. Aşktan sırılsıklam yataktan birlikte uyandılar…
Nilgün, kocasını özlüyordu. Her şeyin başındayken, her şey en yeniyken…
“Bir insanın içinde kaç insan vardı? Değişim, güzeli daha güzel yaptığında muhteşem bi’şeydi de, böyle her şey kötüye gidince “kötüydü” işte…”
Abdullah’la ilk zamanlarını arıyordu kadın. Kafası karışıktı. “Kendi de değişmişti aslında, kendisi de o ilk zamanlardaki kadın değildi. Ama bu değişimin mimarı eşiydi: O ve onun sevdaları, alışkanlıkları…”
Nilgün şimdi Abdullah’ın kollarında yatarken, aklındaki çıkmazlarla dolu labirentte keskin manevralar yapa yapa ilerliyordu. Kendini kalabalık bir caddede akan insan seline karşı yürür gibi hissetti. Tüm o düşünceler ve ruhundaki karmaşa üzerine hücum ediyordu. Kurtulmak için uyumak istedi ve tek bir ışık zerresinin sızmadığı kalın perdelerini çekip deliksiz bir uykuya daldı.
…Abdullah, uyandığında saat öğleni gösteriyordu. Dün çok içmişti ve sarhoşluk yerini midesindeki rahatsızlık hissine bırakıp gitmişti. Komedinin üzerinde duran fantazi seti; muz ve çilek dolu meyve kasesiyle bir şişe balı görünce kusmak istedi... Sonra erkek banyoya koşup içindeki bulantıyı böğürerek orda bıraktı.

17 Kasım 2011 Perşembe

Erkek Tıraşı

Ayşe Hanım’ın mutfağından yükselen buhar, dışarı kaçmak isterken pencerenin camına çarpıyordu. Nilgün içine nerin bir nefes çekmek için pencereye yaklaştığında ıslak camı gördü ve Ayşe Abla dedi bak, mutfakta öyle şeyler konuştuk ki duvarlar, pencereler bile ağlıyor.
Ayşe Hanım, öten düdüklünün altını kıstı. Sıcak havadan, ocaktaki yemekten ve hararetli sohbetlerden sonra içini çekilmiş hissediyordu. Paylaşılan tüm sıkıntılar yorgunluk vermişti. O an mutfak; buharından, dumanından, kokusundan ve kadınlarından arınsın istedi. “Kimyagerler bunu yapabilecek bi’ çamaşır suyu bulsalar…” diye mırıldandı.
Tuğçe mırıltıyı yakaladı: “Ayşe Abla çamaşır suyu mu dedin?”
Ayşe Hanım, Tuğçe’nin yüzüne baktı. Bu boyalı yüz, güzel ama kederle kirlenmiş geldi ona… Büyük bir parça pamuk ve çamaşır suyuyla temizlemek istedi: Ovmak, ovmak, ovmak… Bastıra bastıra, canını çıkarana kadar ovmak!
...Nilgün pencereyi aralamış bedenini hafifçe dışarıya sarkıtmıştı. Hava akşama dönüyordu. Yüzünü ılık ılık okşayan rüzgârı hissetti. Apartmanın önündeki geniş alanda sıra sıra park etmiş arabalar ve muhtemel işten çıkmış evine dönen birkaç insan vardı. Sokak lambaları çoktan yanmıştı; altından geçenlerin yalnızlığını gölgeleri gideriyordu.
Kadın, derin ve mavi bir havuzun içinde melankoliye gömüldü. Ciğerlerine hapsettiği hava nerdeyse onu boğana kadar da havuzun en dibinde kaldı!
…Abdullah arabasıyla Ayşe Hanım’a doğru yol alıyordu. Karısının sürekli orda olması içinde tuhaf hisler uyandırıyordu: Öfkeleniyordu, kuşkulanıyordu, kızıyordu, hazmedemiyordu… Ayşe Hanım’ın incelikli tavırlarının altında ona kalın bir adam olduğunu anlatması sinirlerini bozuyordu. Sesindeki tonlamalar ve en çok da bakışları bastıra bastıra “haksızsın!” diyordu. Karısının sorun ettiği her şeyi bilen Ayşe Hanım, onu anlamadan yargılıyordu. Oysa kadınların birbirlerine sergiledikleri bu dostluk gösterisi, küçük bir anlaşmazlıkta birbirlerini satacakları gerçeğini değiştirmiyordu. Kadınlar kıskanç ve içten pazarlıklı yaradılışlarını üstün rol kabiliyetleri ile gizlemeyi başaran parlak yıldızlardı. Abdullah’ın gözlerinden gece örtüsünü çoktan kaldırmıştı; o kadındaki hakikati tüm çıplaklığı ile görebiliyordu: “Hep abartı, hep yalan dolan!”
Nilgün pencereden sarkmış, melankoliden boğulurken kocasının arabasını gördü. “Ayşe Abla ben aşağı ineyim, Abdullah geliyor.” dedi. Ayşe Hanım, günün yorgunluğunu kemiklerinde hissediyordu. “Tamam dedi nasıl istersen, zaten bugün seninkini görmeye tahammülüm yok. İyi edersin, in istersen…”
Tuğçe’de Nilgün ile birlikte mutfaktan ayrıldı. Ayşe Hanım, iki kadını uğurlarken yalnız kalacak olmanın verdiği mutlulukla derin bir nefes aldı. İki kadın apartmanın merdivenlerini sessizce inerek bitirdiler… Nilgün arkadaşından ayrılıp arabaya binerken, Tuğçe Abdullah’ın keskin bakışlarını gördü. Başıyla selam verdi ve kirpiklerini kırpıştırarak gördüğü kareyi beynine yerleştirdi.
Abdullah, Nilgün elbisesinin çekiştirerek arabaya binerken, karısının güzelliğini fark etti. Onunla hoyratça sevişmek için derin bir arzu duydu. Tartışmayı içinde erteledi. Nilgün ağzını açacak oldu, sakince “Nilgün dedi, “tıraşa başlama” evimize gidelim ondan sonra…”