29 Ekim 2010 Cuma

GECENİN 3. SAATİNİN MELEĞİ

…Geceyarısını çoktan geçmişti. Heyecan duyuyordu. Saat 3’te onun olduğu yerde bir kapı açılıyor ve kapının içinden muazzam güzellikte bir ses geliyordu. Bu ses daha önce duyduğu hiçbir melodiye benzemiyordu. Melodinin tılsımlı tınısı, davetkar bir güzellikteydi… Ama o kapıdan içeri girmeye hiçbir zaman cesaret edemedi. İnsanca bir akıl yürütme ile, sesi kaydetmeyi ve ünlü prodüksiyon (müzik yapım şirketi) şirketlerine pazarlamayı da düşündü ama onu da beceremedi.

Kapı sadece sabaha karşı 3’te açılıyor; etrafa ışıklar ve sesler yayıyor sonra sessizce kapanıyordu. O bu duruma o kadar alışmıştı ki, bazen kapıya aldırmıyor, tatlı uykusunu bölmeden uyumaya devam ediyordu. Bu olağanüstü durum onun için sıradan bir hal almıştı. Tabi çevresindeki insanlarla kapıyı paylaşmak istedi, istedi ancak kapı sadece ona görünmek istediğinden olacak, katiyen belirmedi. Çıldırdığını düşündüğü oldu çok zaman. Ama “an” o kadar gerçekti ki, inanmamak için kör ve sağır olmak gerekti.

Nedensiz bir sebepten, kapının onu bütün kötülüklerden koruduğuna inanıyordu. Kapıyla kurduğu duygusal bağ, urgandan bir ip gibi sağlamdı. Sonsuza kadar…

Kapının sırrını çözmek için kapıları ve Saat 3’te olan mühim olayları araştırmaya başladı. Tarih, felsefe, din ve mitoloji kitaplarını özellikle okuyor, onu bulmak için gecelerini uykusuz geçiriyordu. Günler birbirini böyle kovaladı, zaman aktı geçti. Amma ve lakin hiçbir bilgiye erişemedi. Ta ki internette araştırma yapana kadar… -Gözünü sevdiğim guugle…-

Fromzon, Froomzon, Fromzoon... söylerken kulağa ne kaba geliyor, oysa o Gecenin 3. Saatinin Meleği’nin adı. Fromzon Dünya üzerinde seyahat etmek için diğer melekler gibi sevimli kanatlarını kullanmıyor. “Geniş bir kapıyla dolaşıyor.” Sevdiklerini korumak için her gün saat sabaha karşı 3’ü gösterdiğinde onların oldukları yere gidiyor; Kapısını aralıyor, ışığını ve melodinin tılsımlı tınısını paylaşıp kapısını kapatıyordu. Boyutlar arasındaki seyahatini kapısıyla gerçekleştirdiği için diğer melekler tarafından yadırgansa da o bu durumdan gayet memnundu.

Fromzon’un “Kapı gibi seyahat aracı” fark yaratıyordu.

Gecenin 3. Saatinin Meleği Dünyada dolaşıyor. Eğer sizinde odanızda o saatlerde bir kapı belirirse sakın korkmayın, muhtemelen o kapı Fromzon’un seyahat aracıdır!

Özlem Kaplan

BİR MARKANIN HİKAYESİ

Genç kadın market arabasını sürüyordu. Raflara özenle yerleştirilmiş ürünler, sağından ve solundan akıyor gibiydiler. Evden ihtiyaç listesini yapıp çıkmıştı. Çünkü o gün, her gün olduğundan daha çok işi vardı ve hızlı olmalıydı. Raflardaki ürünlerin çoğunu tanıyordu. Aklında onlara dair bilgiler vardı. Bu bilgileri edinmek için zaman ve emek harcamamıştı; Bazen evde televizyon izlerken bir reklam filminde karşısına çıkmıştı, bazen radyoda kulağına bir jingle olarak çalınmıştı, bazen otobüs beklerken duraktaki afişte görmüştü. Hayatını yaşarken zihnindeki yedi basamaklı ürün merdiveninde, yer edinebilmek için birbiriyle stratejik bir savaşa giden markaları, ihtiyaç duydukça algılamış ve sıralamıştı.
Herbiri aklında bir yeri işgal ediyordu:
- Bu deterjan pahalı ama “kar beyaz” yapıyor. Üst kat komşum Mehtap
Hanım da çamaşırlarını bu deterjanla yıkıyor.
- Bu şampuanın reklam filmi çok saçma ve komik. Ama eski bir marka güveniyorum, sonra kepekte yapmıyor.
- Bu saç boyasının kızıl serisi moda oldu. Handan’a çok yakışıyor, benim tenimde onunkine yakın, ben de mi alıp boyasam acaba? ... Tam da böyle kendiyle konuşup, alıştığı markaları sepette biriktirirken, hızla sürdüğü market arabasının kontrolünü yitirdi ve reyonun önünde duran genç adama çarptı. Genç kadının gözleri sarsıntının etkisiyle üç beş saniye kapalı kaldı.

“Reklamlar bazı nitelikleri daha dikkat çekici kılabilir ve böylece bu nitelikler bir ürünün zihinsel nitelik gündeminde daha üst sıralarda yer alabilir.
Hedef kitlenin zihninde yer etmek için; bir şeyi söyle, her yerde söyle, aynı söyle”!

Genç adam, aydınlık ve temiz süpermarketin reyonları arasında yürürken, seyrelmiş saçlarında elini gezdirdi. Şundan sadece 3-5 sene evvel uzun, daha gür ve güzellerdi. Bu durum zamanın hain bir oyunu, atadan kalma genetik bir mirastı. Son dönemde reklamlarda izlediği ve yeni saç ektiren yakın arkadaşı Haldun’un şiddetle tavsiye ettiği şampuanın olduğu reyonda durdu ve onu açık tenli elini rafa uzatıp aldı. Dediklerine göre şampuan mucize gibi birşeydi; saç telleriyle ayrı ayrı ilgileniyor, besleyip güçlendiriyordu.

“Bir markayı etiketlemek ve tarif etmek için kullanılan kelimeler ve resimler dikkatimizi aynı ürünün oldukça farklı taraflarına yönlendirebilir; Bizlere onu farklı şekillerde görmemiz için yardımcı olabilir”.

Genç adam, bildiklerini doğrulamak için şampuanın, beyaz renkli şık ambalajındaki yazıları dikkatle okumaya başladı. Ne çok yazım hatası yapılmıştı. Markaya duyduğu güvenin sarsıldığını hissetti. Tam da bu sırada bir market arabası genç adama çarptı ve adam sendeledi.

“Tüketiciyi baştan çıkarmak zor, Sadakatini kazanmak daha zor, kaybetmek çok kolaydır.”

Genç kadın göz kapaklarını araladı. Market arabasının içindekiler sarsıntının etkisiyle yerlere saçıldı. Genç ve güzel kadın, temizlik reyonunun önünde duran seyrek saçlı genç adama çarpmıştı.

“Hiç tanımadığınız birini, bir aşığa dönüştürmekle,yeni tanıştığınız bir tüketiciyi, müşteriye dönüştürmek arasında benzerlikler vardır.”

Aşk süpermarkette satılan bir ürün gibidir. Reklamını yapar; bir mesaj verir, vaatleri vardır ve değer taşır. “Reklamlarda ürünler, tüketicisi ile akılcı ve duyguları hedef alan stratejiler ile iletişim kurar”.

Sendeleyen genç adam başını kaldırdı ve kulak deliklerinden girip beynine saldıran telaşlı ve yumuşak sesin sahibine baktı. Karşısında genç ve alımlı bir kadın duruyordu.
-Çok özür dilerim. Çarptım size, iyi misiniz?
-... Çarpıldım…Ya yani yok yok bişey.. bişey yok! İyiyim.
Genç kadın çok üzgündü; tatlı bir ses tonu ile Adama mahcubiyetini anlattı ve kendini affettirmek istediğini söyledi. Adam bir fincan kahve iyi olurdu dedi... Birlikte marketten çıkıp kahve içmeye gittiler.

“Aşık ürünle aynı şeyi amaçlar; olumlu algılanmayı, etkilemeyi ve istenilen davranışı sağlayacak tutumu yaratmayı ister. Yeterli olumlu etkiyi yaratırsa, tüketilen bir marka olur”.

Kahveyi nerde içtikleri ve ilişkinin nasıl geliştiği hakkında bir fikrim yok. Çünkü gördüklerim marketin içinde yaşananlarla sınırlı. Henüz çok tanınmıyorum. O yüzden uzun süredir bu markette bekliyorum. Her gün onlarca değişik yüz gözlerini bana diker, ben onları onlar da beni inceler. Akıllarından geçenleri, beni nasıl algıladıklarını, geliştirdikleri tutumları ve nasıl davranacaklarını tahmin edebiliyorum.Çoğu farkında değil: Yaratılışım, bana bakan gözler basit algılasa da oldukça karmaşık ve beni anlamaları zaman alacak. Kampanyam sürüyor.

“Ben marketin temizlik reyonunda ön sıralarda konumlandırılmış, piyasada yeni Bir Şampuan Markasıyım”.

Özlem Kaplan

2007

28 Ekim 2010 Perşembe

UYKU PROGRAMI

Heyecanlısın. Çünkü birazdan odana gidecek, yatağına girecek ve uykuya dalacaksın. Hadi derin bir nefes al, dalmak hiç zor olmayacak. Acaba, bu gece ‘sevgili uyku’ seni nereye götürecek, kiminle olacaksın orada? En farklı, en çılgın, en sıra dışı… Senin en güzel rüyan belki de bu gece yaşanacak!

…Gündüz düşler, gece rüyalar görmek konusunda iyiydi. Bütün gün deliler gibi çalışıp yoruyordu kendini. Çünkü, gece yorgun bedenini yatağa bırakmayı ve tatlı tatlı uykuya dalmayı seviyordu. -Yani gün onu yoruyor, o geceleri rüyalar görüyordu.- Gündüz bütün o koşturmacanın ve telaşın arasında mutlaka düşler kuruyor; düşlerle hayat doluyordu. “...Hey nereye gittin yine, senin kafan nerde? Uyuyorsun! / Çok dalgın ve unutkansın yine bu aralar! Uyuyorsun!..” diyenlere hafifçe tebessüm etmekle yetiniyordu. Düşleri sevdiğini söyleseydi anlayacaklar mıydı sanki.

Şöyle düşünüyordu: İnsanlar kendini yenilemek için yollar bulurlar, o şeyle şarj olurlar. İnsanlar ruhu olan etten ve kemikten makineler… Onun şarj aleti düşlerdi. Düşler dünyası küçük bir kaçış, tatlı bir soluk, iyi bir yenilenme yolu. Ve Rüyada; katil olmak, sevgili olmak, büyük bir bahçede çiçek toplamak, yükselmek-alçalmak… Muhteşem! Gerçek’in sınır tanımaz kardeşleri Rüyalar…

İyi rüyalarda güzeldir kabuslar da. O kabus görmeyi seviyordu. Karanlıkta yalın ayak koşarken, köşe başlarını tutmuş sevimsiz yaratıkların vücudunda yarattığı “adrenalin tetiklemesini” hiçbir şeye değişmezdi. Bu hissi yakalamak için gazetelerin 3. Sayfa haberlerini ve bazı TV kanallarının haber programlarını özelikle izleyip yatıyordu. Böylece kabuslarını yaşanmış gerçek olaylar şarj ediyordu. Aşk filmleri, sıkıntılı ama umutlu senaryoları olan pembe dizileri de düşlerini ve rüyalarını beslemek için kullanıyordu. Buna “Uykuyu Programlamak” diyordu.

Ve devam ediyordu: “Gece- gündüz, yalnızken-kalabalıkta, mutluyken-sinirliyken… düşlemek gerek ve rüyaları gerçeklerle beslemek; yoksa yarım kalınır, hayat eksik yaşanır.”

Ö.K.

Not: Özlem için bu metin bir denemedir.

27 Ekim 2010 Çarşamba

DEĞİŞİM

Hergün aynı yollardan yürüyorum;
aynı yollar hergün değişiyor. Ö.K.

22 Ekim 2010 Cuma

Dağa ne oldu?

Orhan’a ne olmuş,
Dağ gibi çocuktu?

Orhan yatağa düştü.
Düştü gözden Orhan,
Çünkü hasta oldu.
Kudretini çaldı hastalık.

Haftanın 6 günü,
Günde 9 saatten,
Haftada 54 saat eder.
Makine gibi,
Çalışması beklenir
ondan.

Çalışmalı Orhan!
Dağ olmalı,
Orhan taştan.

Dağ düşer mi hiç,
Yıkılır mı?
Dağ gibi çocuktur Orhan,
Ama düştü işte.
Kış Nezlesi oldu.
Bir dağ evinde,
Yatmakta yumuşak
bir yatakta.
Çorba pişirdi,
Karısı ona.
Arayan yok, soranda.
Dinleniyor Orhan.

Ancak Patron,
Şikâyetçi bu durumdan.
Çalışmadığı her gün
Düşüyor maaşından.

Orhan hasta olmuş,
Dağ gibi çocuktu?
Ama iyi oldu.
Düşenin dostu olmuyor,
Onu anladı Orhan… Ö.K.

21 Ekim 2010 Perşembe

Karanlık ve Aydınlık

Karanlık der ki; içimde aşk var ve aşk sonsuz bir Aydınlıktır. Ö.K.

Çünkü o bilinenin aksine, Aydınlık kadar masumdu.

Karanlık onun için söylenenlere anlam veremiyordu: Cinayetler işleniyormuş karanlıkta. Arabaların teypleri çalınıyormuş; Sonra ahlaksızlar utanmadan karanlıkta sevişiyormuş… Karanlık tüm kötülüklerin üstünü örtüyormuş. Oysa Karanlık Aydınlık kadar masumdu. O sadece Aydınlığına kavuşma umuduyla onu takip ediyordu. Ama ne zaman ona yaklaşsa, aşığı kaçıyordu. Karanlık biliyordu ki; “Kötülük” karanlığı kirletemezdi, Çünkü Karanlık aşk dolu ve tertemizdi.
Özlem Kaplan
21Ekim 2010

20 Ekim 2010 Çarşamba

Pencerenin Gözleri

Gökyüzünün rengi gri bugün ve kuşlar gökyüzünde uçuyorlar, üstlerine damlalar düşüyor ve onlar damlalara aldırmadan kanat çırpıyorlar. Küçük küçük binaların, daracık yolların üzerinden uçarken ıslanıyorlar. Küçük kuşlar çok çok yukarılardan aşağıya bakıyorlar. Gördükleri (hey gidi) koca dünyadaki küçük dünyalar…

…Eylül ofisinin dar penceresinden çevresini izliyor. Damlalar sertçe betona çarpıyor sonra terasın avlusunda birikiyor. Su içini ürpertiyor çünkü soğuk havaların verdiği hissi anımsıyor. Başını gri gökyüzüne çevirdiğinde ise küçük kuşları görüyor; Onlar kanat çırpıyor, muhtemelen güneye gidiyor. Eylül, soğuk havalarda ne zaman gökyüzünde uçan bir küme kuş görse, biliyor: “Kuşlar güneye uçuyor.”

…Okul sırasında esmer, narin, küçük bir kız çocuğu… Hocası iklimlerden bahsediyor. "Türkiye’de dört iklim yaşanıyor: İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış. Kışlarda kuşlar sıcak iklimlere uçuyor. Kuzey soğuk ve güney sıcak. Dünyadaki en sıcak yer Antalya. Kuşlar Antalya’ya uçuyor. Onca kuş, uzun bir kumsalda güneşleniyor. Çünkü kuşlar güneşi seviyor. Minik şezlonglarda onlar, on bin baloncuklu gazozlarını yudumluyor; gözlerinde siyah camlı gözlük… Kuşlar, yanmasın diye kanatları, ayaklarını kullanarak birbirlerine yağ sürüyor." Küçük kız başını nazikçe okşayan büyük elin ağırlığıyla irkiliyor. Sonra kulakları ince bir ses duyuyor. Sesin sahibi “Eylül (!) diyor; söyler misin lütfen az önce ne dedim ben?" “Öğretmenim Kuşlar güneye uçuyor!”

Küçükken Dünya insana ne kadar büyük geliyor. Okul büyük, yollar büyük, ev büyük, anne ve babalar sonra öğretmenler çok büyük. Komşu teyzenin çamaşır suyu kokan elleri ve yemekten hemen sonra tabakta yenmeyi bekleyen bir dilim kek, gerçekten büyük.

…Dünya, pencerenin gerisinden bakarken insana ne kadar da küçük geliyor. Sıcak iklimler, uzak kültürler, tüm o anlatılan yerler ve öğretilen şeyler hani nerdeler? Eylül, rüzgarın hafif hafif sarstığı ağaçları, yüksek katlı beton binaları, damlaları ve uçan küçük kuşları görüyor. Dünyadan şimdi sadece bunları görebiliyor ve fazlasını görebilme ihtimali güzelken, onun canını sıkıyor. Çünkü, o işyerinde; Ve sadece bir süre (sanat yönetmeni gelene kadar) pencereden bakacak.

…Kuşlar bazen pencerelere konuyor. Çünkü bazı pencerelerin meraklı gözleri açık oluyor.

Özlem Kaplan

14 Ekim 2010 Perşembe

GERÇEK ÇIPLAK DOLAŞMAZ Ö.K.

Gerçeği bütün çıplaklığı ile göremezsiniz; Çünkü gerçek çıplak dolaşmaz. Gerçek hep giydirilir. Üstelik niyet çoğu zaman onu üşümesini önlemek değildir. Üstü örtülen gerçekler buz keser. Gösterilmeden kimseciklere bir şeylerin gerisinde berisinde donar kalır. Zamana bırakırlar, derler ki; gün gelir nasılsa açığa çıkar. Ne de olsa; zaman aradaki, gerideki berideki buzları eritir. Oysa “örtü” kalınca bir perdelik kumaştandır ve gerçeğin üstünü örterken gözlere de iner.


Aç gözlerini der birileri. Çevrene biraz dikkatli bak; oku, dinle, izle… Oysa izlenen de dinlenen de, okunan da çıplak gerçek değildir. Perdeler, en kaliteli kumaştan ışık geçirmez özellikte üretilmiştir. -Kaçışı yoktur, ışık perde de hapistir.- Kim üretmiş derseniz, kılıf imal edenler demekle yetinirim. Kılıf bulanlarla örtüyü örtenler de aynı kişilerdir üstelik.


Çıplak gerçeği gören o kadar azdır ki; kılıf bulanlarla perde indirenler belki de onu gören biricik insanlardır; Nadide, eşsiz, takdir toplayan, hürmetkar iltifatlarla pohpohlanan, kucaklanan, alkışlanan ve tüm bunlar var ya aslında; hep yalandandır, yalancıktan… Kılıf bulanlara inananlar, işlerine geldiği için inanırlar; inanmış gibi yaparlar… Atalarımız ne demiş: “Minareyi çalan kılıfını da hazırlar.”


Yalan, hiç bu kadar iyi olmamıştı. Palavra palavra palavra. Batsın bu dünya. Odalarda ışıksızım… Çünkü örtülerde, perdelerde çok kalın!



Özlem Kaplan