27 Ağustos 2014 Çarşamba

Bu yazar nasıl yazar!


Enine boyuna düşünerek seçilen konular basitlikten uzaklaşıyor. Düşünmeden bir konu seçmekse akıl süzgecini sallamak demek oluyor. Kumların arasından parlak altın parçalar göründüğünde şöyle diyorsun: Buldum. İşte ellerim aralıksız yazıyor.
Bu yazar böyle yazıyor: "BASİT"!
Basit olanı küçümsemeyin o her zaman iyidir. Anahtar kolay anlaşılmak da. Gündelik hayatta herkesin derdi bu değil mi aslında? Anlaşılamamak, anlatamamak, anlamamak, yanlış anlamak, çok iyi anladığını sanmak.
Herkesin biribirine karşı basit ve net olduğu bi' dünyanın hafifliğini hayal edebiliyor musunuz? Karmaşık ve dolambaçlı işler olmadan doğrudan anlatılan ve anlaşılan durumlar: "Dürüstlük, ete kemiğe bürünür ve aramızda özgürce dolaşır. Bu adamın koluna girer, birbirimizi samimiyetle selamlarız."
Basitlikteki bilgelik başkadır. Bakın Tibet Rahiplerine, Hint Fakirlerine... Onlardaki saflık, sadelik ve bilgelik bizi kendine çekmiyor mu? Delirmiş dünyanın karmakarışık düzeninde bu basitliği aramıyor muyuz? O zaman bir yazar neden çok düşünsün ki? Yetenekle süzmek hayatı daha doğru değil mi?
Bu yazar böyle yazıyor: "PLANSIZ"!
İçgüdülerine güvenmek, içinden geldiği gibi yazmak; Bunu yapıyor işte yazar. Onu edebi olmaktan uzaklaştıran içinden geldiği gibi yazmasıysa böyle yapmaya devam etsin. Çünkü okuyana iyi geliyor. Hayattan basit saptamalar yaratıcılıkla birleşince, "vay be ben hiç böyle düşünmemiştim" dedirtiyor. İşte yazının çekici tarafı. Fatih Sultan Mehmet'in yağlı kızakların üzerinde gemileri kaydırması gibi, Mısır Piramitlerini inşa eden ustaların kısa, tahta, kütük makinelerle taşları kaldırması gibi... Basit ve yaratıcı fikirlerin çekiciliğine kimse karşı koyamıyor. Sonra bu basitlik başka bir sürü şeyin temelini oluşturuyor. En büyük keşif en etkileyici olan o ilk düşünce o  ilk buluş değil mi?
James Franco'nun Palo Alto kitabında derlediği öykülerden birini okuyunca bunları düşündüm işte. Bu yazar  o dedim. Seviyorum seni James Franco.

24 Ağustos 2014 Pazar

Çağrışımlar

Canımın yarısı,
odalarım dantelli oyalı,
camın kenarındaki fiskos masası,
gelsen de kahvemizi içsek karşılıklı.
oda yanlız benle dolu,
gözlerim seyrediyor yolu,
canımın yarısı gelsin,
koysun kahvenin yanına lokumu.
...
Canım,
Sapsız üzüm olur mu,
Kanatsız kuş
Bebeksiz göz
Manasız söz?..
Bu can da sensiz olmuyor.
Ben, ben olmaktan çıktım,
Beklemekten ağaç oldum.
Gel de kök salayım kollarında
Dallarım dolansın boynuna
Dalayım sen koynumdayken
uzaklara.
...
 Bi kuş uçuyor uzakta
Kanatları örtüyor güneşi.
Gölgeleniyor yüzüm.
Yüzüm de karanlık var,
Ama ruhum da parlak bir aydınlık.
...
Canımın yarısı
olsan, ah olsan(!) kızardın bu kuşa,
Doğrulturdun tabancanı.
İndir derdim:
Güneşi örtüyor diye,
öldürmeyelim kuşları.
...
Söylenir, söverdin,
Sok sivri dilini içeri dedim:
İçerimi az kanatmadı zehri
Hatırlatma yeniden,
kuşu öldüreyim derken,
Söndürme içimdeki alevi.
...
Canımın yarısı,
gelsen, bi' gelsen var ya
ben seni... ah ben seni (!)
Çok severim hem de deli gibi.
...
Kabalıklarını da al gel  razıyım.
Severim ruhundaki çirkin yerleri.
Seni sen yapan her bir yeri.
...
Canımın yarısı
kasedeki üzüm,
yolu gözlemekten şaşı oldu iki gözüm.
Gelmeyecektin madem
ne diye heveslendirdin.
Bileydim, bu kadar döneksin,
"Diğer Yarın'a" randevu verirdim.