Sabah saat tam sekizdi. Küçük, basık ve karanlık
oda insan ve makinelerle doluydu: Bilgisayarlar, yazıcı ve tarayıcılar...
Masalar kare şeklindeki odanın duvarlarını çevrelemişti. Yukarıdan bakınca
harap bir çerçeveyi andıran bu odanın içindeki resim; karanlık renklerden
oluşan, fırça darbelerinin görünüşte düzensizce vurulduğu, pek çok yoruma açık
ama kesinlikle insanın içine kasfet ve sıkıntı veren bir resim olurdu.
Bir avuç insan vardı ve gözleri yeterince yatakta
kalamamaktan ya balon gibi şişmiş ya da tersine içine kaçıp ince bir çizgi
oluşturmuştu. Dudakları birbirine ezbere bir günaydın dedikten sonra masalarına
yığılmış şehrin meşhur simit dükkanlarının birinden aldıkları poğaçaları çay ya
da kahve eşliğinde kemiriyorlardı.
Geldikleri yollar ve aldıkları mesafe farklıydı
ama o ofisin içinde geçirecekleri zaman aynıydı: En az 12 saat. Haftanın 6 günü
günde 12 saatten ömürlerinden en az 72 saat maaş karşılığı satılmıştı. Bazıları
işe daha çok yaradıkları bazıları da gerekli sabrı göstererek aynı yerde uzun
zamandır çalıştıkları için sigortalanma hakkını kazanmışlardı.
Odanın ortasında turuncu bir soluklanma noktası
vardı. Bu nokta, ne koltuk ne sandalye ne de pufpuftu. Formu bozuk,
tanımlanması güç bu genişçe oturak Reklam Ajansının logosu şeklindeydi. Bu gri
resmi renklendirmek için tam orta yere oturtulmuş bir turuncu renk. Zamanla
biriken pislik yüzünden o da canlılığını çoktan yitirmişti. Ama en azından
turuncuydu işte!
Ajansın insanları cins cinsti: Arıza yapanı- orta
yolu bulanı, tepeden bakanı-altta kalanı, çok konuşanı- hep susanı...
A. ajans patronuydu. Herkesten sonra kasılarak
odaya girer, entelektüel kapasitesini ve yaratıcılık melakelerini kanıtlamak
istercesine bir kaç salak laf söyler ya da espri yapardı. Yanından ayırmadığı
ve hiçbir zaman itiraf etmese de ona karizma katması için sahiplendiği bir
Golden Retriever cinsi köpeği vardı.
Köpek gerçekten çok sıcakkanlı ve güzeldi ama bir baharatın adını da
taşımasına rağmen çok kötü kokardı. Bu dünya güzelini yıkayıp tüylerini düzenli
tarasa ölürdü sanki. Ama zaten kendisi de pisti, tırnaklarının içinde her zaman
karanlık kalıntılar olurdu. Kendini bile temizlemeye üşenen birinin köpeğini
böyle dolaştırması da şaşmamak gerekti. Hiç mi güzel bir yanı yoktu peki bu
A.'nın? vardı elbet: İnsanlara sonsuz bir samimiyetle yaklaşıyormuş gibi
yaparak onları uzun saatler çalıştırmayı ve sigortalarını ertelemeyi çok iyi
becerirdi. Ses tonu ve giyim tarzı da fena sayılmazdı.
A'nın Ajansında iş akışını planlamak için
haftalık toplantılar yapılırdı. Genellikle pazartesi günü gerçekleşen bu
etkinlik; karizmatik kasılmalar, ukala böbürlenmeler, çay-kahve ve güzeller
güzelinin oda da endamla salınması eşliğinde geçerdi. Bu kendini beğenmiş
reklamcı topluluğu ne kadar zavallı şartlarda çalıştıklarını görmezden gelerek
işleri yükleniyorlardı.
Aslında kendilerini beğenmek için nedenleri
vardı, hiçbiri boş insanlar değillerdi: İyi okullar okumuşlardı. Yarışmalardan
ödüller alanlar, kendi sergilerini açanlar bile vardı. Onların işlerini yapmak
için yetenekli, eğitimli ve becerikli olmak gerekti. Belki tüm bu meziyetleri
yüzünden kasılmayı, böbürlenmeyi hakediyorlardı ama yakışmıyordu. O iş yerinde,
o şartlar altında çalışırken bütün o kendini sevme ve yüksekte tutma hali
eğriti ve çirkin görünüyordu.
L. bunu en
iyi gözlemleyendi. Ajansın temizlik ve yemek işlerine bakan bu genç kadın ancak
ilkokulu bitirebilmişti. A.'nın mutfak masrafları için ayırdığı bütçe o kadar
yetersizdi ki sürekli işini iyi yapamadığından ve ayın sonunu zor getirdiğinden
şikayet ederdi. Her gün ucuz ve bir önceki günden değişik bir şey pişirmek için
kafa patlatır sonunda yine pilav ya da makarna da karar kılardı. Haftanın en az
iki günü yenen makarna bir gün yoğurtlu bir gün domatesli pişerdi.
L. bütün ajansı temizlerdi ve bu sayede her odaya
girer kimin ne yaptığını görürdü. Kim masa başında ne kadar kalıyor? Kim iş
saatlerinde facebook, msn kullanıyor? Kim telefonda uzun konuşuyor? Kim kaç
bardak çay içti? Çalışanlar, onu önemsemediklerinden ondan korkmadıklarından
kendileri gibi olabiliyorlardı ve bu bütün eksiklik ve hatalarını gözler önüne
seriyordu. L. her birinin karakterinin röntgenin çekmişti: A.ya yalakalık yapan
kim? Az çalışıp çokmuş gibi gösteren kim? Kim yalancı?...
Patronlar kötüydü ve çalışanlar da kusurlu. Bu
birbirini tetikleyen iki ilişki durumuydu: Çalışanlar disiplinli bir çalışma
temposu sergiliyormuş gibi görünüp kendi küçük yalanlarını söyleyerek işten
kaytarıyor; A.nın adaletsizliklerine karşılık veriyorlardı. Hepsi etki-tepki
meselesiydi. Ama A. verdiğinden fazlasını her şekilde alıyor, genel olarak işleri tıkırında yürüyordu.
L. bu terazi- kefe bağlantısını çoktan kurmuştu.
Gerçeği çırılçıplak soymuş onun anadan üryan halini izliyordu. İzlenimleri
sinirlerini bozuluyor, kızarıyordu. Paraya ihtiyacı olmasa çoktan çıkar giderdi
ama sakinliğini korumalı ve çalışmalıydı. Yoksa hastane giderlerini nasıl
karşılarlardı?
L. kendinden 13 yaş büyük M. ile çok genç yaşta görücü usulüyle
evlenmişti. L henüz 16 yaşındayken tanıştırılmışlar ve birbirlerine alışmaları
için 2 yıllık bir süreyi nişanlı olarak geçirmişlerdi. Annesi sözlüsüyle onu
ilk kez evlerinin odalarından birinde yalnız bıraktığında heyecanlanmış ve
korkmuştu. Kendinden oldukça büyük olan bu yabancı, şefkatli ve sıcak
tavırlarıyla onu varlığına alıştırmıştı. Duygusal yakınlaşmayı fiziksel
yakınlaşma izlemişti. Adam ona dokunmasını istemiş ve öpmüştü. "Biz
karı-koca olacağız." demişti. L. M'yi sevmesi gerektiğini anlamış
görüşmeler sıklaştıkça kendini daha rahat hissetmiş ve özgür bırakmıştı.
Evlendiklerinde M. artık onun için bir yabancı değil iyi bildiği ve
sahiplendiği bir adamdı.
Şimdi 6 yıllık evlilerdi. M. 30'larının L. ise
20'lerinin ortasına gelmelerine rağmen çocuk sahibi olamamışlardı. Güvenlik
görevlisi olarak çalışan eşinin hem evi geçindirmek hem de tüp bebek masraflarını
karşılamak için gerekli parası yoktu.
L. bebek sahibi olmak için çalışıyordu. Dönem
dönem aşılanıyor ve sonucun olumlu olması için dua ederek hayatının rutin
akışını sürdürüyordu: A.nın mutfağında sabah yedi buçuk akşam altı iş görürken
pozitif şeyler düşünmeye ve stres yapmamaya gayret ediyordu. Masalardaki
bardaklar çoğalırken sakinliğini korumaya çalışıyordu, güzeller güzeli
tüylerini yeni temizlediği zemine dökerken ve karlı Ankara günlerinde çamurlu
ayaklarıyla ofiste koştururken sakinliğini korumak zorundaydı.
Ah! misafirler... Ajansa ne zaman misafir gelecek
olsa A. bir gün önceden onu uyarır ve ofisi yemek kokularıyla doldurmamasını
rica ederdi. Çizdiği imajın mükemmelliği için bu şarttı, yağ ve yemek
kokularının eşliğinde reklam bıdı bıdılarının karizması nerede kalırdı? Bir
reklam ajansı önce kendini iyi satmalıydı diy mi? Susuzluk hiçbir şeydi ve imaj
her şey!
A. bazı zamanlarda da misafirlerini yemekte
ağırlamak isterdi. O zamanlar ajansın
sofrası şenlenir; Kalıcı lezzetler damaklara yerleşirken ağızda yuvarlanan
havalı kelimeler mutfakta uçuşurdu. O günler zihinlerde "Güzel zamanlardı!" hanesine
işlenirdi.
L.nin işi zordu ama bu zorluğu ajansta anlayanlar
olsa da birkaç ahlama ve vahlamadan başka bir karşılık görmez kimse çözüm
üretmezdi: Masalarda bardaklar yine birikir, karlı günlerde yerler çamur içinde
kalıncaya kadar yine çiğnenirdi. Hal
böyle olunca sakin kalmak zorlaşır ve aşılama yine ve yeniden başarısızlıkla
sonuçlanırdı.
L. nin içi ne zaman bir bebek görse özlemle
doluyor, kalbi ağırlaşıyordu. Böyle anlarında bile kendini o iş yerine yükten
ağırlaşmış bir çuvalı zor bela fırlatır gibi atıyordu. Aylar birbirini kovaladı
durdu ve böylece bir yıl doldu. Bir iş yerinde yıllanmak demek maaşına zam
demekti ve o kadar zaman beklediğine göre sigortası da ödenmeliydi.
...Patronun odasına girmeden önce gergindi.
Kelimeleri nasıl yan yana dizeceğini hesapladı.
A.yı ikna etmek istiyordu çünkü ondan gelecek olumsuz bir cevaba artık sabrı
yoktu. Hayatında işyerini daha katlanılır hale getirecek bir gelişmeye ihtiyacı
vardı. İşini sevmiyor ama orda çalışmayı sürdürmek istiyordu. Bir yandan da
korkuyordu: Ya A. ona istediklerini vermezse? Kapıyı çekip gidecek miydi yoksa
içine doldurduğu bütün o güven ve kararlılığı bir balon gibi söndürüp büzüşmüş
ve kalıpsız bir şekilde orda kalacak mıydı?
Tüm bu çelişki ve belirsizlik içerisinde A’nın kapısını
çaldı: A. aslında meşgul olduğunu ama yine de girebileceğini söyledi! L.
günlerdir ağzında biriktirdiği kelimeleri teker teker döküldü. Utana sıkıla
çıkardığı her kelimede yüzü biraz daha yanıyordu. Yanaklarının hemen üzerinde
iki güzel kırmızı elma yeşerdi ama bu elmaları yeşerten “Utançtan Güneş”,
Patronun kalbini aydınlatmaya yetmedi çünkü vicdanındaki karanlık örtü, L.nin
güneşinden yansıyan ışıkları süzüyordu.
A. matematik bölümünden mezun olduğu için 4
işlemi iyi yaptığından mı yoksa patron rolünü hakkıyla oynadığından mı bilinmez
çıkarlarını iyi hesapladı: Onun için kasasından ekstra çıkacak her kuruş
zarardı. Büyümek için kazanmak ve az harcamak gerekti. Tabi bu düşüncesini
dürüstçe söylemek salaklık olduğu için hemen kılıfına uydurdu ve bu işe
ihtiyacı olduğunu çok iyi bildiği L.nin talebini ustalıkla geri çevirdi:
(Odayı ve adamı daha betimle) Kirli tırnaklarını masaya vurarak dedi ki:
"L.ciğim, sigorta için biraz daha beklemen gerekecek. Çünkü senden daha uzun süredir bekleyen
arkadaşların var. Eğer önce sana ... yaparsam bu diğerlerine
"haksızlık" olur. Zamma gelince, "MAAŞINA EK 75 TL" olarak
düşündüm."
... L. odadan çıktığında, yanaklarındaki o
yenilesi kırmızı elmalar solmuş; yüzü
sapsarı kesilmişti. Kendini tükenmiş hissediyordu. Hiç bir yanıt verememiş
Patronunun karşısında kurumuş kalmıştı. Ağlamak istiyordu ama kimse onu
ağlarken görsün istemiyordu. Sakinleşmek için kocasının sesini duymaya ihtiyacı
vardı. Mutfağına döndü ve eşini aradı,
telefon uzun uzun çalsa da açılmadı.