28 Mayıs 2013 Salı

Yalnızlığımla biz başbaşayız

Benim tanıdığım yalnızlık seçkindi, asla makyajsız insan içine çıkmadı ve güldü daima; en boşlukta, en soğukta, en karanlıkta ve en titrerken iliklerine kadar. O kadar çok sevildi ve alkışlandı ki onca güzel meziyetinden kimse onun yalnız olduğunu anlamadı.
Benim tanıdığım yalnızlık gururluydu, asla kimseye derdini açmadı, güçlü bilinmek istedi daima; en çaresiz, en muhtaç, en titrerken iliklerine kadar. O kadar çok sevildi ki sonra o gururlu duruşuyla, taktir etti onu kalabalıklar ve alkışlandı, kimse onun yalnız olduğunu anlamadı.

Benim tanıdığım yalnızlık sadıktı, iyi günümde ve kötü, yanımda durdu daima; Mütevazi ve içtendi hep ve hep yanımda. ben en karışık, ben en kalabalıkken iliklerime kadar. Yanımdakiler beni gördü, bense seçkin, gururlu ve sadık dostumu(!)

Sarımsak

Tuğçe, Ayşe Hanım’ın mutfağında sarımsak soyuyordu. Mutfaktaki müzik, kulaklarından içeri dökülüp ruhunu dolduruyordu. Yer yer yavaşlayan ve yer yer hızlanan melodi hafızasını canlandırıyordu. Müzikte sözlerde vardı. “Sözlerde adamı hatırlatıyordu, yarasını kazıyıp, kanatıyordu.” Dışarıda gökyüzü denizle öpüşürken o sarımsak soyuyordu, yüzü solgundu. Canı bugün dudaklarını ve yanaklarını boyamak istememişti; sadece gözlerinin üzerine ince bir kalem çekmişti; yoğun kirpikleri yaştan ıslandı. Sarımsakta yaştı. Anını mutfakta sükunetle geçirmek, huzur, ne kadar az tattığı bir duyguydu eskiden. Canının yanmasına alışkındı o, bedeninin ve ruhunun çürümesine alışkındı; her gün aynı bok suratlı adamla uyanmaya ve geceleri onunla uyumaya alışkındı. Küçük eksiklerin büyük hatalarmış gibi algılanmasına alışkındı. Mutfak kapısına arkasını dönerken içi endişe dolardı; baktığı ilgilendiği adamın –kim bilir bu sefer hangi nedenden- ani hamlelerine, şiddetli darbelerine alışkındı. Işıl ışıl bi' cildi vardı ama fondöten kullanmak zorundaydı; yoksa vücudunda bok suratlının bıraktığı izleri nasıl kapatırdı… Şimdi vücudunun bir kaç yerinde taşıdığı yara ve dikiş izi dışında onu cildinde rahatsız eden bi’şi yoktu, fondöten de pek sık kullanmıyordu.
Tuğçe derin ve sessiz bir nefes aldı. Kendisiyleydi ve özgürdü. Bir adam yoktu ve yalnız hissetmiyordu çünkü kendinin farkındaydı; kendi varlığının, isteklerinin, ihtiyaçlarının… Aklında sadece kendisi vardı. Kendi varlığıyla dopdoluydu. Yalnızlık o  adamın kollarında uyurken vardı, mutfak masasında karşı karşıya oturmuş yemek yerken vardı, Banyoda sırtını keselerken ve hemen sonrasında onunla sevişirken vardı.
Tuğçe bok suratlıyı sesli anarken Ayşe Hanım içeri girdi.
Ayşe -Mantılar neredeyse haşlanmış, soydun mu sarımsakları?

Tuğçe'nin yüzü birden aydınlandı, bu öğlen yemekte mantı vardı. Ayşe Ablası, Nilgün ve o birlikte yaptıkları mantıları kız kıza yiyeceklerdi. Nefesinin sarımsak kokmasında bi' sakınca yoktu atık. Hoooooooo be hooooooo (!), dünya varmış. Tuğçe kendiyle dolu şimdi mutlu bir kadındı.  

21 Mayıs 2013 Salı

NEJLA’DAN BİR GÜN ÖNCE


Kırmızı bir elma.
Yeşil bir yonca.
Yürüyen mavili bir kadın,
Parmak uçlarında.

Yüksek ağaçlar.
Yüzünü göğe çevirmişken o ,
Kızıl saçları dalga dalga.

Eflatun bir gökyüzü.
Çiçek kokan rüzgar.
Kanat çırpar özgür kuşlar.

Mavili, kızıl saçlı kadın,
Yürürken parmak uçlarında yalın ayak,
Yeşil yonca eziliyor altında.

Avuçlarındaki kırmızı elma,
Isırılırken iştahla,
Yarım kalmaktan mutlu.
Mavili Kadının içi daha kırmızı,
O büyük ısırıkla.

Ağaçlar yapraklarıyla güneşi süzüyor.
Kadın izlerken eflatun gökyüzünü,
Toprak rengi gözleri kamaşmıyor.

İçinde çağlayan bir şelale,
Her notaya basıyor,
Her rengi alıyor,
Hüzün renginde akıyor,
Sevinç renginde akıyor,
Kararıyor, sararıyor ve kızarıyor.

Kırmızı elma bittiğinde,
mavili, kızıl saçlı kadın eve dönmeye karar veriyor.
Eflatun gökyüzü kararıyor ve rüzgar soğuk esiyor.

Kadın saçlarını topluyor, parmak uçlarındaki toprağı silkeliyor.
Ayakkabılarını giyiniyor.
Gri şehrine ve bir artı bir evine gitmeden hemen önce,
Arabasında, yalnız oturuyor.

İçindeki sesler ver renkler solgun.
Şehrinin rengini giyinmeye hazır.
Arabaya biniyor, yolu alıyor, evine varıyor.
Gri kaldırımı bir gün daha topuklarıyla aşındırıyor.

Eve girer girmez bir duş alıyor,
Tuvaletini edip elmayı çıkarıyor.
Sonra hemen yatıyor.
Yarın yine iş var ve iş arkadaşı Kedi suratlı, meymenetsiz Nejla.













12 Mayıs 2013 Pazar

Bir Vakitler Bir Aşk Varmış Desinler


“Bir vakitler” diye başlayan yazının kahramanları, bir adam ve onu yıllardır görmeyen bir kadındı. Tesadüf eseri, alelade bir yerde ayak üzeri kesişen yolları kısa sürede ayrılmıştı. Hayatları başkaydı… Adam kadını kısa sürede unuttu, hayatına baktı: hayalleri ve onları gerçekleştirmek için kurduğu makul planları vardı. Hayat adama cömert davrandı ve beş yıl içerisinde ona istediklerini verdi. Ülkeler gördü adam, şehirlerde yaşadı, kadınlarla tanıştı. Kadın hiçbir yere kımıldayamadı, adamı uzaktan izlemekle yetindi. Evrenin cömert enerjisine güvenerek umut etmeyi sürdürdü. Gördüğü bir fotoğraf, duyduğu bir kelimeyi hafızasına kaydedip, içinden tekrarladı… Sonsuz bir özlem duydu, engel olamadığı bu his içini çöle çevirdi, yaktı kavurdu. Arabesk filminde Şener Şen’in çölde “Allahım kör et beni” şarkısını söyleyerek sürünüşü gibi süründü senelerce ve haline acısa mı yoksa gülse mi bilemedi… Aslında kadın salak da değildi: Kendi kendine neden bunu yaptığını çok sordu ama bir türlü doğru cevabı bulup veremedi. Sadece salak olmamasına rağmen(!), salak bir saplantıyla bu adamı unutmamayı sürdürdü. İspanyolların dediği gibi “Hayat varsa umutta vardır.” son nefesini verinceye kadar o adamın adını unutmayacağını da biliyordu ve yeniden yollarının bir nedenden kesişeceğine duyduğu inancı hiçbir zaman yitirmedi. Adam şimdi bir yerde mutlu mesut yaşıyor ve kadın başka bir yerde onu unutmamayı sürdürüyor… Aşk kumar gibidir, kim kazanacak kim kaybedecek bilinmez ve Hayat sürprizlerle doludur, vakti gelir veri verir masum yüzlü arsız bir kadın gibi şaşarsın. "Bir vakit verelim" görelim(!)

...
Ölmezsem yazarım.

5 Mayıs 2013 Pazar

Zeytinli Çörek


Eylül çörekleri severdi. Yumuşak yüzlerini ısırmayı ve dişlerini içine geçirdiğinde ağzına yayılan lezzeti; tuzlu, tatlı, baharatlı… Hemencecik yiyip bitirdiği çörekleri zamanlar harcayarak pişiren kadınlara hep hayrandı. Çörek yapmak sabır işiydi, bir tezgahın önünde ellerini ve deneyimlerini kullanarak kadınlar, ne muhteşem çörekler yapıyorlardı; Sakince, sessizce, yüzlerinde anlam veremediği bir anlamlı ifadeyle.
Bir anlamlı ifade! O ifadeyi önce şartlar sonra kendi arzusu nedeniyle taşımaya karar verdiğinde           -saklamayı isteyecek kadar- yaş almıştı. 
Ne vardı o ifadenin gerisinde? Gerideki, kadından kadına değişir miydi? Mutfaktan mutfağa ve tezgahtan tezgaha… Yoksa aynı mı kalırdı, hepimiz insandık da ondan dolayı çok başka sandıklarımız aslında benzer miydi? Çevre sessiz kaldığında, yalnız kadın yüzüne giyindiği o ifadeyle hamuru yoğuruyordu. Sertleşmiş kemikli ellerde de ojeli narin ellerde de hamur çörek oluyordu.
Eylül çörek yapmak için erken saatte uyanmıştı. Tırnaklarını özellikle kısalttı ve ojelerini çıkardı. Ellerini iyice sabunlayıp tırnaklarının arasına özellikle çalıştı. Tezgahını tekrar deterjanlayıp duruladı ve malzemeleri bir bir dolaplardan çıkartıp itinayla, tertemiz ışıldayan tezgahının üzerine yerleştirdi. Oranlar önemliydi, ısı önemliydi, karıştırma ve bekleme süreleri önemliydi, tazelik önemliydi… Tadı daha da güzelleştirmek için öğrenilen yeni yöntemler ve aromalar çok çok önemliydi. Bir de henüz test edilmemişi işin hamuruna katarken kadın aklına mukayyet olmalı ve zihinsel disiplini elden bırakmamalıydı.
Akıl uçmamalı, kaçmamalıydı! Aklı ehlileştirmek vahşi bir atı ehlileştirmek gibiydi. Emek ister ve zaman alırdı. Ama kadın yaradılıştan bunun için kodlanmıştı: Herşeyi düzene koyardı. Çalışkandı kadın yapardı ederdi, uğraşırdı sabırla didinirdi. Bir de Unutmazdı kadın, hiçbir şeyi unutamazdı (!)
Eylül, kattı, katıştırdı, tezgahının başında yüzündeki o ifadeyle dakikalarca çalıştı. Çörekler şekillendi, fırına verdi ve tezgahını toparladı… Tüm bunları dikkatle yaparken de “iç(l)i” düşündü. Çünkü o çörek yapan bir kadındı.
“Düşüncem, hayatımın aklımdaki yansımasıdır.
Düşüncelerimi hayat aydınlatır ve karartır.
“Düş” düm dedim. Bu benim düşüncemdi
“Düş”mediğimde de düşünmedim.
Düşmeden, düşünmeden düşlemeden duramam,
Çöreklerim ondan lezzetli(!)”