15 Mayıs 2015 Cuma

DÜŞEYAZMAK

Adam, bulutların üzerinde yürüyordu. Her adımında kösele ayakkabısı bulutun yumuşak karnını eziyor, iz bırakıyordu. Sakindi, hiç olmadığı kadar. Daha önce takım elbiseleri içinde hiç bu kadar rahat hissetmemişti.
Ölmüş müydü yoksa? Elbiseleri vardı. Ölse bedeni olmazdı oysa. Ne gerek kalırdı elbiselere o zaman...
Zaman! O çok çabuk geçiyordu. Kolunda saati yoktu ama onun akışını kanında ve kalp atışında hissediyordu. Zamanlardan bir zaman, günlerden bir gün... Hani, parmağını ağzının içinde çevirerek ıslatıp usulca esen rüzgara tutmak gibi. Varlığını görmez ama bilirsin. İşte öyle bir şey...
Sonra bulut bitti. Başını eğdi, uzaklardaki yeryüzünü gördü. Düşmenin vakti gelmişti. Rüzgarı hissettiği gibi ve zamanı... bunu da hissetmişti. Yere inmeliydi.
Ne vardı ki yerde? Geçmişini hatırlamak için zihnini zorladı. Nasıl yükselmişti bulutlara hatırlayamıyordu ama yeryüzünü anımsayabiliyordu: Bir ev, bir kaç arkadaş, gri kaldırım, taştan binalar ve ofis duvarları!
Uçmaya ve yükselmeye ve her şeyi olabildiğince geniş görmeye karar verdiğinde, hayatına sıkışmıştı. Yeri daralmıştı, o kadar daralmıştı ki; aramaya ve sormaya karar vermişti!
Resmin hepsini görmeden önce fırça darbelerini incelemek gerekti.  En küçük, en dar, en yetersiz, en bunaltıcı... en kötü! İYİYDİ...
İYİ!
Adam, "bütün kötü enlerine" minnet duydu. Onları bir anne gibi sahiplendi. Önce kendinden korumaya karar verdi. Ve yeryüzüne inmeden önce, her birine yemin etti. Aşağı indiğinde onların yerini yenilerine vermeyecekti.
Bulutların üzerinde kendiyle kaldıktan ve düşündükten sonra "dünyasını büyük tutmaya karar vermişti."
İşte, yeryüzüne düşmenin vakti gelmişti.
İki adım geri çekildi; adımlarının ezdiği yerleri yeniden ezdi. Ve gerildi, koştu koştu koştu(!) kendini aşağı bıraktı.
Geçmişini soyunmuş, çıplakken yatağına çakıldı. Vücudunun kestiği tavandan Bulutunun gidişini izledi.

Güldü, güldü, güldü...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder