1 Şubat 2016 Pazartesi

Hafta Sonu


Deniz insanların konuşmadıklarını duymak konusunda iyiydi. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını 20'li yaşlarının ortalarında öğrenmişti. Üniversite yıllarında en sevdiği Hocası  İrfan, derste sık sık şu cümleyi tekrarlardı: "Alt metni okuyun!" İyi bir gözlemci olmak ve sorgulamak "gerçeğe yaklaşmak" için önemliydi.
Olay örgüleri ve insan ilişkileri ne tuhaftı, söylenenle söylenmek istenen çoğu zaman örtüşmüyordu. Çünkü insanlar korkuyordu: Duygusal ilişkilerde ya da maddi alışverişlerde çıkarları doğrultusunda hareket ediyor, kaybetmeden daima kazanç sağlamak istiyordu. Bu eğer bir sufi, bir Tibet Rahibi ya da Hint fakiri değilsen her insan da ortaktı.
Deniz böyle gözlemlemişti ve kendini de bu çoğunluğun dışında görmüyordu. O da kritik anlar da herkes gibiydi: Kelimeleri çekiştirip sündürüyor asla aklındakini en yalın ve doğru şekilde dillendirmiyordu. Karşısındakinin duymak istediğine en yakın şekliyle ya da çıkarlarına hizmet edecek şekilde kelimeleri dudaklarından döküyordu.
Örneğin:
Onu sevmiyorum demek yerine "Hoşlanmadığım yönleri var." demek gibi.
Ona aşığım demek yerine "Ona karşı bazı duygular besliyorum." demek gibi
Sanki alt metni kim okuyordu ki (!) ya da okuduğunu anlatmaya kim cesaret ediyordu?
İnsanın içi uçsuz bucaksız bir okyanustu ve onun mahsulü olan kelime de her an kaçıp kurtulmaya hazır kaygan ve pullu bir balık...
E. reklam ajansında en iyi niyetli ve en derin bulduğu adamdı. Saf da bir aşıktı ve kesinlikle korkaktı. İçindeki derin okyanusta duygular renk renk yeşerip salına salına büyürken kaygan cümleler kurmak yaptığı şeydi.
Deniz E.nin Ö.ye duygularının farkındaydı: Anlara gizlenmiş mimikler ve jestler, bakışlar ve sesler hislerini ele veriyordu ama kim emin olabilirdi ki? Yine de kocaman bir ACABA! hep vardı.
Bir hafta sonu, güneşli bir kış gününün gecesinde Deniz E. ve Ö.'yü Tunali Hilmi Caddesi'ndeki trafik lambasının hemen altında görmüştü. Lambalar asfaltı sırayla yeşile, kırmızıya ve sarıya boyuyordu. Ö. nün kolu E.ninkine düğümlenmişti. Ağırlığını E.ye yıkmışken Deniz'e yaklaştılar.
Deniz görmekle görmezden gelmek arasında gidip geldi. Çünkü katil olmak istemiyordu. Bu duygulu anın katiline Tanrı bile acımazdı. Karşı kaldırıma geçti ve yoluna gitti. Derken arkasından Ö. seslendi artık görmezden gelemezdi. İçinden bütün suçu ona yıkıp yüzünü sesin geldiği yöne çevirdi.
Ö.  onunla Ajans dışında bir yerde karşılaşmaktan mutlu görünüyordu. Birbirlerine sarışıp hal hatır sorduktan sonra Deniz'i geleneksel hafta sonu buluşmalarına davet ettiler. Bir avuç yakın arkadaş içki içip müzik dinleyecek; sohbet edeceklerdi.
Deniz, adamın duygularını yüzünde görüyordu: Sevdiği kadın konuşurken gözlerini ondan alamıyor her dediğini sükûnetle onaylıyordu. Böyle sevilmek ne güzel bir his olmalıydı ama Ö. hala öyle geride kalanları tesirindeydi ki, yaralarının sızısını duymaya öyle odaklanmıştı ki; karşısındaki taze aşkı göremiyor ya da görüyor ama karşılık verecek duyguları içinde bulamıyordu: İlgiye ihtiyacı vardı ama sevmek ona şimdi çok uzaktı. Geçmişi sırtından atamamışken yeni bir sorumluluğu taşıyamayacak kadar yorgundu.
E. hep halden anlayan bir adam olmuştu, karşısındaki kadının duygularını anlayıp önceleyecek kadar da geniş bir yüreğe sahipti. Yani bir süre daha sevdiğinin yanında belirsizlik içinde kalmakta bir sakınca görmüyordu.
Deniz işte tüm bu sessiz iletişimi kalpten duyuyordu.
Serin Ankara'nın ışıklı yollarından geçtiler. Yer yer az ve yer yer de çok insan gördüler. Yol boyunca bazen sustular ve bazen de saçma sapan esprilere güldüler.
Ö. nün başına gelen o korkunç taciz olayı çoktan geride kalmıştı ama hafızasına kazınmış anılar, bu gecenin içine, o geceden unutulmaz karelerini konduruyor, onu uçurup taa gerilere götürüyordu. Yaşananlar netliğini yitirmiş ama içinde bir yerlerde silik ve duygulu izler bırakmıştı.
Deniz geniş hayal gücü sayesinde metin yazarak para kazanmanın yanında, gerçek hikayelerin kurgusunu da zihninde güzel yapıyordu. Mekan, dekor, kostümler oyuncular ve replikler... geriye sadece canı istediğinde onları baştan sarıp oynatmak kalıyordu: Ö.nün evine doğru ilerleyen yol boyunca duyduklarını kurguladı ve bütün heyecanı ile yeniden izledi fakat bunu yanındaki iki kişi ne bildi ne de kendiliğinden fark etti. Zaten o da kötüyü hatırlatmayı hayatı boyunca sevmedi ve en çok da film izlerken tek olmayı severdi.
Ankara'nın ilikleri donduran soğuğundan merkezi ısıtma sistemiyle ılınmış teras katındaki eve girdiler. Henüz onlar eşikten girerken, içeriden genç insanların güzelliği ve neşesi sel olmuş kapıya doğru akıyordu. Mis gibi pişmiş tavuk kokusu ve herkesin elinde ucuz şarap dolu bir kadeh... Oradaki kimsenin pahalı bir içkiye verecek parası yoktu ama feodalizmin en parlak dönemlerinin yaşandığı Ortaçağdaki krallar ve prenseslerden daha lüks içinde ve en az onlar kadar mutlu oldukları kesindi. Soğuktan hemen sonra sıcakla buluşan tenlerde kan hızlı akmış ve yüzleri pembeleştirmişti; üstüne üstlük yemekten hemen önce içilen bir kadeh şarapta o pembeyi koyulaştırıp güzel bir ton vermişti. Gevşeyen bedenlerden gençlik taşıyordu; o  an her şey güzeldi Dünya bile!..
Deniz, hafta içi gergin ve sessiz iş gören arkadaşlarının özel hayatlarında ne kadar keyifli ve gürültülü insanlar olduğunu görmekten mutlu oldu. Fonda kısık bir sesle 80'lerin meşhur The Doors grubundan "Teachers çalıyordu. Melodinin içine dolduğu görüntü Deniz'i düşündürdü: Aslında o odadaki her biri "Gerçekleri kabul edip boyun eğmiş asilerdi."
İsyan bayrağını indirmiş ve zorlu varoluş savaşında hayatla ateşkes imzalamışlardı: Zamanlarının çoğunu istemedikleri ilişkiler içerisinde ve savunmadıkları düşüncelere hizmet ederek geçirseler de şimdi öyle değildi. Şimdi, canları ne isterse yapacaklardı. Zaman ve mekana hapis olmadan, mecburiyetten uzak, tercih ederek ve isteyerek orda kalacak, istediklerini istedikleri kadar yaşayacaklardı.
Müzik ve kelimeler birbirine karışıyordu ve Deniz hiçbir şeyi net duymuyordu. Bu anlamsız ses ona özgür olduğunu söylüyordu. O da bu anlamsızlığın içine dahil olabilirdi. Şimdi kural, kalıp, görev, yasak... defterinden silinmişti. Yeni bir sayfa açmak için hevesli, özgürlüğü iliklerinde hissetti.
Cepleri boş, ruhları zengin insanlarla; sohbet-muhabbet, yemek-içmek, müzik dinlemek-dans etmek... Dünü unutmak yarını düşünmemek.
Salon açık renge boyanmıştı, eski moda iki kanepe karşı karşıya yerleştirilmiş; camın hemen önündeki kalorifer peteklerinin önüne gelişi güzel puflar dizilmişti.  Karlı Ankara günlerinde bu sıcacık yerden manzarayı izlemek kimbilir ne keyifti. Çok geniş olmayan kare şeklindeki odaya bir küçük kare daha eklenmişti. Yuvarlak yemek masası ve onu çevreleyen  dikdörtgen sandalyeler buraya yerleştirilmişti. Buzdolabında muhtemelen her ne varsa cömertçe masaya dizilmiş, yemekler ve içecekler gösterişten uzak ama özenli sunulmuştu.
İlerleyen saatlerde misafirler masadaki yerini aldı.
Deniz, dakikaların tadını çıkarıyordu. Herkes içkiyle gevşemiş, E. ise sarhoş olmuştu. Zavallı E.nin aşk acısı kalbinden yükselip başına vurmuştu. Duyguları içinden taşıyor, gözünde yaş olmuş dışarı akıyordu.
Görenler müzikten sandı ama Deniz iyi biliyordu: Kalbindeki ateş büyümüş içini kaplamıştı. Dört bir yanına sıçrayan, kıvrıla kıvrıla oynaşan alevler tüte tüte raks ediyordu. Ateş bacayı sarmıştı.
E. orta boylu ve dolgun bir görünüme sahipti. Her zaman yüzünde yumuşak bir ifade taşır, sesini kontrollü kullanırdı. Deniz erkeklerin ağlamasından hiç hoşlanmazdı ama bu adamın etli yanaklarından süzülen gözyaşları belki bu özellikleri yüzünden ona hiç itici gelmedi. Hatta E.ye yakınlık duydu. Gözyaşları o an için birer inci tanesini andırıyordu. Okyanusun derinliklerinden çıkarılmış kıymetli taneler Ö. için bir anlam ifade etmese de Deniz insani bir zaafla kıymet vermekten kendini alamıyordu: "İçeride ateş olan duyguların, dışarı çıkar çıkmaz suya; sudan da inciye dönüşmesi ne büyük bir mucize idi!"
Geriye kalanlar E.yi susturmaya çalışmadı, onlarda kendilerini yaşıyordu. Kimisi birbiriyle sohbet ediyor, kimisi yemek yiyip içki içmeyi sürdürüyor bazısı da Deniz gibi olup biteni izliyordu. Gözler aynı yöne baksa da akıllardan geçenler başkaydı çünkü her insan ayrı bir Dünyaydı. Gözyaşının da anlamı anılarda saklıydı. Deniz sevinçten gözyaşı akıttığı anların tenhalığından şaşkına dönmüşken düşünmeye devam edip kalabalık kederlerin kadını olduğunu anladı. Aşk acısı yüzünden ağladığı zamanların uzunluğuna hayret ederek şimdi kendi için hiç bir anlam ifade etmeyen aşk geçmişinin hesabını yaptı. Bir adam ve parmaklarıyla sayamayacağı kadar çok kederli anı vardı. Onu yeniden hatırlamıştı ve bu hiç hoşuna gitmedi; daha fazla zamanını çalmasına izin veremezdi; Bu yüzden onun hayalini, temizlik yaparken eşikten giren sokak kedisini çalı süpürgesiyle kovan bir ev kadını gibi defetti. Kuyruğuna baka baka giden hayalin kırıntılarını da özenle süpürüp dışarı attı.
 Ö. ev arkadaşıyla birlikte masadan eksilenleri tamamlıyordu. E.nin ağlamasına alışkın görünen bir ifade takınıp işini yapmayı sürdürüyor ve sanki acıdan uyuşmuş beynini onun için yormuyordu. Gözlerinin gördüğü hiçbir olumsuz manzara beyninde yer etmiyordu. O hayata karşı netti: Artık yeri yoktu!
Deniz ise şarabını ufak ufak yudumlarken ilgisini çeken bir şey gördüğünde yaptığı gibi gözlerini cin gibi açmış E ile Ö arasında gidip geliyordu:  "İnsanoğlu değmeyecek şeyleri önemsemek ve böyle şeylere canını sıkmak konusunda son derece başarılıyken değerli olanı görmezden gelmek ya da görmek ve önemsememek konusunda da bir o kadar başarılı." diye içinden geçirmekten kendini alamadı.
Ö. karınları doyan ve içkiyle çakırkeyif olan arkadaşlarına yerinde bir öneride bulundu. Yerindeydi çünkü böylece gözlerinden yaş eksilmeyen "arkadaşını da" susturabilecekti.
~ Geceye bizim mekanda devam edelim mi?
Her hafta sonu dini bir ritüel gibi tekrarlanan gece gezmesi, yepyeni bir şeymiş gibi hevesle karşılandı.
O yere, her hafta değişik insanlar doluyor ve küçücük mekan ışıklar, müzik ve kalabalık sayesinde geniş ve heyecan verici algılanıyordu. Tabi, müdavimleri için sözleşmeden gidildiğinde dahi dostlarla karşılaşılıp kaynatılacak da bir yerdi. İşte o yer; Bir buluşma noktası, bir müzik ve insan keşif alanıydı.
Deniz, daha bahçesinden girerken tıkış tıkışlığında kaybolduğu ve içerisine adımını atar atmaz da kendini bulduğu mekanda, bir hayalet endamıyla süzülüp etrafını izlemekten sonsuz bir keyif alıyordu. O ileri derecede miyoptu ve sosyal hayatında gözlük kullanmayı uzun süre önce bırakmıştı. Dışarıda gördüğü fulü dünyada ayrıntıdan eser yoktu. Çapkın bakışları, alaycı mimikleri... seçemediği için istediği gibi davranabiliyordu. Onun gözlerinden kendi de bütün ayrıntılarıyla görünmüyordu; sadece belli belirsiz seçiliyordu. İşte bu dünya algısı, onu rahatlatıyor, istediği gibi eğlenebiliyordu.
Doğuştan gözlemlemeyi seven ve empati yeteneği gelişmiş Deniz için mekandaki insanların karakter haritasını çıkarmak ve birbirleri arasındaki ilişki ağını kurmak hiç zor olmuyordu. Karanlık bir ücra yerde antenleriyle yolunu bulan Petek Böceği gibi o da yaradılıştan yetenekliydi. Görmek için keskin gözlere ihtiyaç duymuyordu. O seziyordu.
Nasıl anladın? Nerden biliyorsun? sorularına karşılığı "Bazen bilmek için görmek (kanıt) gerekmez." oluyordu.
Cılız bedenini doyurmaktan aciz Deniz, şişman ruhunu mekana sığdırmakta zorlanıyordu. Tecrübe ettiği Dünya; ne çeşitli; en dokunan ve en vuran cinstendi. Tanımadığı ruhların karanlıkta dansları onu girdap gibi içine çekiyor ve hisler denizinde nefessiz bırakıyordu. Onca insan bedenlerinden soyunmuş saf enerjiye dönüşmüştü. Değişerek sonsuza kadar yaşayacak bir enerji topluluğu. Deniz'de değişiyordu: Katıyken eriyor; maviden pembeye dönüyordu. Dünyanın omuzlarına sertçe bıraktığı yükü karanlık bir köşeye çaktırmadan koymuş gibi hissediyordu. Pembeyken yaşamak ne güzeldi ve erimişken ve artık hafifken...
Kedinin renkli yumaklarla flörtü; yırtıcı tırnak darbeleriyle uysal patu vuruşlarını nasıl buluşturuyorsa; insanla, kedinin yumakla oynadığı gibi oynayan Tanrı'da önce tokatlıyor sonra peşi sıra okşuyordu: Deniz'in bütün hafta boyunca iş stresinden kaskatı kesilmiş boynu gevşemiş, kırıla kırıla ritim tutuyordu. Bu esnada gözleri de enerji yumaklarına dikkat kesilmiş kalpten izliyordu: E.nin rengi açılmıştı ve eğlendiğini görmek güzeldi. Ö. de yüzüne kuş gibi bir gülümseme kondurmuştu. Deniz yarın işyerinde bir araya geldiklerinde biliyordu: E. yeniden melankolik adam olacak ve Ö'de derin kederine gömülecekti ama şimdi onların yumuşak enerjilerini hissetmek iyiydi.

Gecenin sonunda herkes içkiden ve eğlenceden yorgundu. Evlerine dağıldılar. Bir hafta sonu da böyle geçip gitti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder