Deniz insanların
konuşmadıklarını duymak konusunda iyiydi. Hiçbir şeyin göründüğü gibi
olmadığını 20'li yaşlarının ortalarında öğrenmişti. Üniversite yıllarında en
sevdiği Hocası İrfan, derste sık sık şu
cümleyi tekrarlardı: "Alt metni okuyun!" İyi bir gözlemci olmak ve
sorgulamak "gerçeğe yaklaşmak" için önemliydi.
Olay örgüleri ve
insan ilişkileri ne tuhaftı, söylenenle söylenmek istenen çoğu zaman
örtüşmüyordu. Çünkü insanlar korkuyordu: Duygusal ilişkilerde ya da maddi
alışverişlerde çıkarları doğrultusunda hareket ediyor, kaybetmeden daima kazanç
sağlamak istiyordu. Bu eğer bir sufi, bir Tibet Rahibi ya da Hint fakiri
değilsen her insan da ortaktı.
Deniz böyle
gözlemlemişti ve kendini de bu çoğunluğun dışında görmüyordu. O da kritik anlar
da herkes gibiydi: Kelimeleri çekiştirip sündürüyor asla aklındakini en yalın
ve doğru şekilde dillendirmiyordu. Karşısındakinin duymak istediğine en yakın
şekliyle ya da çıkarlarına hizmet edecek şekilde kelimeleri dudaklarından
döküyordu.
Örneğin:
Onu sevmiyorum
demek yerine "Hoşlanmadığım yönleri var." demek gibi.
Ona aşığım demek
yerine "Ona karşı bazı duygular besliyorum." demek gibi
Sanki alt metni kim
okuyordu ki (!) ya da okuduğunu anlatmaya kim cesaret ediyordu?
İnsanın içi uçsuz
bucaksız bir okyanustu ve onun mahsulü olan kelime de her an kaçıp kurtulmaya
hazır kaygan ve pullu bir balık...
E. reklam ajansında
en iyi niyetli ve en derin bulduğu adamdı. Saf da bir aşıktı ve kesinlikle
korkaktı. İçindeki derin okyanusta duygular renk renk yeşerip salına salına
büyürken kaygan cümleler kurmak yaptığı şeydi.
Deniz E.nin Ö.ye
duygularının farkındaydı: Anlara gizlenmiş mimikler ve jestler, bakışlar ve
sesler hislerini ele veriyordu ama kim emin olabilirdi ki? Yine de kocaman bir
ACABA! hep vardı.
Bir hafta sonu,
güneşli bir kış gününün gecesinde Deniz E. ve Ö.'yü Tunali Hilmi Caddesi'ndeki
trafik lambasının hemen altında görmüştü. Lambalar asfaltı sırayla yeşile, kırmızıya
ve sarıya boyuyordu. Ö. nün kolu E.ninkine düğümlenmişti. Ağırlığını E.ye
yıkmışken Deniz'e yaklaştılar.
Deniz görmekle
görmezden gelmek arasında gidip geldi. Çünkü katil olmak istemiyordu. Bu
duygulu anın katiline Tanrı bile acımazdı. Karşı kaldırıma geçti ve yoluna
gitti. Derken arkasından Ö. seslendi artık görmezden gelemezdi. İçinden bütün
suçu ona yıkıp yüzünü sesin geldiği yöne çevirdi.
Ö. onunla Ajans dışında bir yerde karşılaşmaktan
mutlu görünüyordu. Birbirlerine sarışıp hal hatır sorduktan sonra Deniz'i
geleneksel hafta sonu buluşmalarına davet ettiler. Bir avuç yakın arkadaş içki
içip müzik dinleyecek; sohbet edeceklerdi.
Deniz, adamın
duygularını yüzünde görüyordu: Sevdiği kadın konuşurken gözlerini ondan
alamıyor her dediğini sükûnetle onaylıyordu. Böyle sevilmek ne güzel bir his
olmalıydı ama Ö. hala öyle geride kalanları tesirindeydi ki, yaralarının
sızısını duymaya öyle odaklanmıştı ki; karşısındaki taze aşkı göremiyor ya da
görüyor ama karşılık verecek duyguları içinde bulamıyordu: İlgiye ihtiyacı
vardı ama sevmek ona şimdi çok uzaktı. Geçmişi sırtından atamamışken yeni bir
sorumluluğu taşıyamayacak kadar yorgundu.
E. hep halden
anlayan bir adam olmuştu, karşısındaki kadının duygularını anlayıp önceleyecek
kadar da geniş bir yüreğe sahipti. Yani bir süre daha sevdiğinin yanında
belirsizlik içinde kalmakta bir sakınca görmüyordu.
Deniz işte tüm bu
sessiz iletişimi kalpten duyuyordu.
Serin Ankara'nın
ışıklı yollarından geçtiler. Yer yer az ve yer yer de çok insan gördüler. Yol
boyunca bazen sustular ve bazen de saçma sapan esprilere güldüler.
Ö. nün başına gelen
o korkunç taciz olayı çoktan geride kalmıştı ama hafızasına kazınmış anılar, bu
gecenin içine, o geceden unutulmaz karelerini konduruyor, onu uçurup taa
gerilere götürüyordu. Yaşananlar netliğini yitirmiş ama içinde bir yerlerde
silik ve duygulu izler bırakmıştı.
Deniz geniş hayal gücü
sayesinde metin yazarak para kazanmanın yanında, gerçek hikayelerin kurgusunu
da zihninde güzel yapıyordu. Mekan, dekor, kostümler oyuncular ve replikler...
geriye sadece canı istediğinde onları baştan sarıp oynatmak kalıyordu: Ö.nün
evine doğru ilerleyen yol boyunca duyduklarını kurguladı ve bütün heyecanı ile
yeniden izledi fakat bunu yanındaki iki kişi ne bildi ne de kendiliğinden fark etti.
Zaten o da kötüyü hatırlatmayı hayatı boyunca sevmedi ve en çok da film
izlerken tek olmayı severdi.
Ankara'nın ilikleri
donduran soğuğundan merkezi ısıtma sistemiyle ılınmış teras katındaki eve
girdiler. Henüz onlar eşikten girerken, içeriden genç insanların güzelliği ve
neşesi sel olmuş kapıya doğru akıyordu. Mis gibi pişmiş tavuk kokusu ve
herkesin elinde ucuz şarap dolu bir kadeh... Oradaki kimsenin pahalı bir içkiye
verecek parası yoktu ama feodalizmin en parlak dönemlerinin yaşandığı
Ortaçağdaki krallar ve prenseslerden daha lüks içinde ve en az onlar kadar
mutlu oldukları kesindi. Soğuktan hemen sonra sıcakla buluşan tenlerde kan
hızlı akmış ve yüzleri pembeleştirmişti; üstüne üstlük yemekten hemen önce
içilen bir kadeh şarapta o pembeyi koyulaştırıp güzel bir ton vermişti.
Gevşeyen bedenlerden gençlik taşıyordu; o
an her şey güzeldi Dünya bile!..
Deniz, hafta içi
gergin ve sessiz iş gören arkadaşlarının özel hayatlarında ne kadar keyifli ve
gürültülü insanlar olduğunu görmekten mutlu oldu. Fonda kısık bir sesle
80'lerin meşhur The Doors grubundan "Teachers çalıyordu. Melodinin içine
dolduğu görüntü Deniz'i düşündürdü: Aslında o odadaki her biri "Gerçekleri
kabul edip boyun eğmiş asilerdi."
İsyan bayrağını
indirmiş ve zorlu varoluş savaşında hayatla ateşkes imzalamışlardı:
Zamanlarının çoğunu istemedikleri ilişkiler içerisinde ve savunmadıkları
düşüncelere hizmet ederek geçirseler de şimdi öyle değildi. Şimdi, canları ne
isterse yapacaklardı. Zaman ve mekana hapis olmadan, mecburiyetten uzak, tercih
ederek ve isteyerek orda kalacak, istediklerini istedikleri kadar
yaşayacaklardı.
Müzik ve kelimeler
birbirine karışıyordu ve Deniz hiçbir şeyi net duymuyordu. Bu anlamsız ses ona
özgür olduğunu söylüyordu. O da bu anlamsızlığın içine dahil olabilirdi. Şimdi
kural, kalıp, görev, yasak... defterinden silinmişti. Yeni bir sayfa açmak için
hevesli, özgürlüğü iliklerinde hissetti.
Cepleri boş,
ruhları zengin insanlarla; sohbet-muhabbet, yemek-içmek, müzik dinlemek-dans
etmek... Dünü unutmak yarını düşünmemek.
Salon açık renge
boyanmıştı, eski moda iki kanepe karşı karşıya yerleştirilmiş; camın hemen
önündeki kalorifer peteklerinin önüne gelişi güzel puflar dizilmişti. Karlı Ankara günlerinde bu sıcacık yerden
manzarayı izlemek kimbilir ne keyifti. Çok geniş olmayan kare şeklindeki odaya
bir küçük kare daha eklenmişti. Yuvarlak yemek masası ve onu çevreleyen dikdörtgen sandalyeler buraya
yerleştirilmişti. Buzdolabında muhtemelen her ne varsa cömertçe masaya
dizilmiş, yemekler ve içecekler gösterişten uzak ama özenli sunulmuştu.
İlerleyen saatlerde
misafirler masadaki yerini aldı.
Deniz, dakikaların
tadını çıkarıyordu. Herkes içkiyle gevşemiş, E. ise sarhoş olmuştu. Zavallı
E.nin aşk acısı kalbinden yükselip başına vurmuştu. Duyguları içinden taşıyor,
gözünde yaş olmuş dışarı akıyordu.
Görenler müzikten
sandı ama Deniz iyi biliyordu: Kalbindeki ateş büyümüş içini kaplamıştı. Dört
bir yanına sıçrayan, kıvrıla kıvrıla oynaşan alevler tüte tüte raks ediyordu.
Ateş bacayı sarmıştı.
E. orta boylu ve
dolgun bir görünüme sahipti. Her zaman yüzünde yumuşak bir ifade taşır, sesini
kontrollü kullanırdı. Deniz erkeklerin ağlamasından hiç hoşlanmazdı ama bu
adamın etli yanaklarından süzülen gözyaşları belki bu özellikleri yüzünden ona
hiç itici gelmedi. Hatta E.ye yakınlık duydu. Gözyaşları o an için birer inci
tanesini andırıyordu. Okyanusun derinliklerinden çıkarılmış kıymetli taneler Ö.
için bir anlam ifade etmese de Deniz insani bir zaafla kıymet vermekten kendini
alamıyordu: "İçeride ateş olan duyguların, dışarı çıkar çıkmaz suya; sudan
da inciye dönüşmesi ne büyük bir mucize idi!"
Geriye kalanlar
E.yi susturmaya çalışmadı, onlarda kendilerini yaşıyordu. Kimisi birbiriyle
sohbet ediyor, kimisi yemek yiyip içki içmeyi sürdürüyor bazısı da Deniz gibi
olup biteni izliyordu. Gözler aynı yöne baksa da akıllardan geçenler başkaydı
çünkü her insan ayrı bir Dünyaydı. Gözyaşının da anlamı anılarda saklıydı.
Deniz sevinçten gözyaşı akıttığı anların tenhalığından şaşkına dönmüşken
düşünmeye devam edip kalabalık kederlerin kadını olduğunu anladı. Aşk acısı
yüzünden ağladığı zamanların uzunluğuna hayret ederek şimdi kendi için hiç bir
anlam ifade etmeyen aşk geçmişinin hesabını yaptı. Bir adam ve parmaklarıyla
sayamayacağı kadar çok kederli anı vardı. Onu yeniden hatırlamıştı ve bu hiç
hoşuna gitmedi; daha fazla zamanını çalmasına izin veremezdi; Bu yüzden onun
hayalini, temizlik yaparken eşikten giren sokak kedisini çalı süpürgesiyle kovan
bir ev kadını gibi defetti. Kuyruğuna baka baka giden hayalin kırıntılarını da
özenle süpürüp dışarı attı.
Ö. ev arkadaşıyla birlikte masadan eksilenleri
tamamlıyordu. E.nin ağlamasına alışkın görünen bir ifade takınıp işini yapmayı
sürdürüyor ve sanki acıdan uyuşmuş beynini onun için yormuyordu. Gözlerinin
gördüğü hiçbir olumsuz manzara beyninde yer etmiyordu. O hayata karşı netti:
Artık yeri yoktu!
Deniz ise şarabını
ufak ufak yudumlarken ilgisini çeken bir şey gördüğünde yaptığı gibi gözlerini
cin gibi açmış E ile Ö arasında gidip geliyordu: "İnsanoğlu değmeyecek şeyleri önemsemek
ve böyle şeylere canını sıkmak konusunda son derece başarılıyken değerli olanı
görmezden gelmek ya da görmek ve önemsememek konusunda da bir o kadar
başarılı." diye içinden geçirmekten kendini alamadı.
Ö. karınları doyan
ve içkiyle çakırkeyif olan arkadaşlarına yerinde bir öneride bulundu.
Yerindeydi çünkü böylece gözlerinden yaş eksilmeyen "arkadaşını da"
susturabilecekti.
~ Geceye bizim
mekanda devam edelim mi?
Her hafta sonu dini
bir ritüel gibi tekrarlanan gece gezmesi, yepyeni bir şeymiş gibi hevesle
karşılandı.
O yere, her hafta
değişik insanlar doluyor ve küçücük mekan ışıklar, müzik ve kalabalık sayesinde
geniş ve heyecan verici algılanıyordu. Tabi, müdavimleri için sözleşmeden
gidildiğinde dahi dostlarla karşılaşılıp kaynatılacak da bir yerdi. İşte o yer;
Bir buluşma noktası, bir müzik ve insan keşif alanıydı.
Deniz, daha
bahçesinden girerken tıkış tıkışlığında kaybolduğu ve içerisine adımını atar
atmaz da kendini bulduğu mekanda, bir hayalet endamıyla süzülüp etrafını
izlemekten sonsuz bir keyif alıyordu. O ileri derecede miyoptu ve sosyal
hayatında gözlük kullanmayı uzun süre önce bırakmıştı. Dışarıda gördüğü fulü
dünyada ayrıntıdan eser yoktu. Çapkın bakışları, alaycı mimikleri... seçemediği
için istediği gibi davranabiliyordu. Onun gözlerinden kendi de bütün
ayrıntılarıyla görünmüyordu; sadece belli belirsiz seçiliyordu. İşte bu dünya
algısı, onu rahatlatıyor, istediği gibi eğlenebiliyordu.
Doğuştan gözlemlemeyi
seven ve empati yeteneği gelişmiş Deniz için mekandaki insanların karakter
haritasını çıkarmak ve birbirleri arasındaki ilişki ağını kurmak hiç zor
olmuyordu. Karanlık bir ücra yerde antenleriyle yolunu bulan Petek Böceği gibi
o da yaradılıştan yetenekliydi. Görmek için keskin gözlere ihtiyaç duymuyordu.
O seziyordu.
Nasıl anladın?
Nerden biliyorsun? sorularına karşılığı "Bazen bilmek için görmek (kanıt)
gerekmez." oluyordu.
Cılız bedenini
doyurmaktan aciz Deniz, şişman ruhunu mekana sığdırmakta zorlanıyordu. Tecrübe
ettiği Dünya; ne çeşitli; en dokunan ve en vuran cinstendi. Tanımadığı ruhların
karanlıkta dansları onu girdap gibi içine çekiyor ve hisler denizinde nefessiz
bırakıyordu. Onca insan bedenlerinden soyunmuş saf enerjiye dönüşmüştü.
Değişerek sonsuza kadar yaşayacak bir enerji topluluğu. Deniz'de değişiyordu:
Katıyken eriyor; maviden pembeye dönüyordu. Dünyanın omuzlarına sertçe
bıraktığı yükü karanlık bir köşeye çaktırmadan koymuş gibi hissediyordu.
Pembeyken yaşamak ne güzeldi ve erimişken ve artık hafifken...
Kedinin renkli
yumaklarla flörtü; yırtıcı tırnak darbeleriyle uysal patu vuruşlarını nasıl
buluşturuyorsa; insanla, kedinin yumakla oynadığı gibi oynayan Tanrı'da önce
tokatlıyor sonra peşi sıra okşuyordu: Deniz'in bütün hafta boyunca iş
stresinden kaskatı kesilmiş boynu gevşemiş, kırıla kırıla ritim tutuyordu. Bu
esnada gözleri de enerji yumaklarına dikkat kesilmiş kalpten izliyordu: E.nin
rengi açılmıştı ve eğlendiğini görmek güzeldi. Ö. de yüzüne kuş gibi bir
gülümseme kondurmuştu. Deniz yarın işyerinde bir araya geldiklerinde biliyordu:
E. yeniden melankolik adam olacak ve Ö'de derin kederine gömülecekti ama şimdi
onların yumuşak enerjilerini hissetmek iyiydi.
Gecenin sonunda
herkes içkiden ve eğlenceden yorgundu. Evlerine dağıldılar. Bir hafta sonu da
böyle geçip gitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder