19 Ocak 2016 Salı

Sıcak Bir Ankara Gününde

Deniz, güneşin yaktığı asfalttan çıkan buharları izleyerek yürüyordu. Blue Jean ve beyaz bir tişört giymişti. İnce bedenini sımsıkı saran pantolon yüzünden içi sıkışıyor nefes alırken zorlanıyordu. Az nemli hava rahatlık veriyor ama güneşi daha çok hissettiği için yanıyordu. Sonra aklına bir şeyler geldi artık düşünceler vardı; uçuş uçuştular. Onu kendinden geçiren, gerçekleri gözlerinin önünde kaldırıp savuran hayallerin içinde salınıyordu. Güneş silinmişti o an, asfalttaki buhar ve onun olan ayaklar... İlerliyordu: Nereye, kime, neden?
Kısa adımlarla yürüyordu. Hiç yorulmayacakmış gibi hiç acıkmayacakmış gibi yürüyordu.
Hayaller ne de güzeldi. İçindeki iki odalı evin duvarlarını yıkıp genişleten bir de denize doğru geniş bir veranda ekleyen hayaller olmasa sıkıntıdan ölebilirdi: Zehirli bir öpücük, Vahşi bir gülüş, Asi bir yanıt, Edepsiz bir ima, Gaddar bir aşık, Deli bir arkadaş... Hayallerde abartılı ve tehlikeli olan her şey çok keyifliydi.  Sıradan hayatını hayalleri olmadan nasıl renklendirirdi?
Bir film karesi geldi gözlerinin önüne, sonra en sevdiği şarkıyı işitti kulakları... Daha hızlı atmaya başladı adımlarını. Büyük binaların hemen önünde uzanan kaldırım bitmeden biri tuttu kolundan.
Geri gelmişti!
Arkasını döndü L.ydi. Onu yaklaşık iki yıldır görmüyordu. En son A.nın ofisinde iki çalışan olarak bir aradaydılar ve zaman ne çabuk geçmişti. Birbirlerinin yüzüne baktıklarında orda geçirdikleri günleri hissettiler, hatırlamak içinse çok kısaydı zaman.
L.nin kollarında sarışın bir oğlan çocuğu vardı. Çok güzel bir bebekti; annesi kadar güzel ve babası kadar sarışın... Deniz gözlerini bebeğe dikti. L. benim dedi. Kızardı yanaklarında taşıdığı elmalar... O an mutluluk hem görünüyor hem de duyuluyordu.
 Deniz dedi ki: Onu ne çok bekledin. Vay be vay be(h)... Hadi gel şurada bir kahve içelim.
... Deniz soruyor L. anlatıyordu. Çalışırken içinde tuttuğu bütün duygularını artık dile getirebilirdi, kaybetmekten korkmuyordu. O işyeri onun için maziydi; geçmiş gitmiş hikâye olmuştu.
Deniz karşısında oturan kadına baktı: Yolları geçmişteki günlerde tıpkı o gün olduğu gibi kesişmişti. İşyerindeki sıkışık odaların içinde birlikteydiler. Mekan ve insanları paylaşmışlardı ama hikayeleri başkaydı:  Eski günleri andılar. O zamanlar fark edip birbirlerine itiraf edemediklerini konuştular.
Diller çözülmüştü. Özgürdüler!
Özgürlük ne güzel bir histi: Son model bir arabayla geniş ve boş bir otobanda hızla yol almak gibi, Uçsuz bucaksız bir denizde büyük kulaçlar atarak yüzmek gibi, Yabancı bir ülkede kalabalık bir caddede yürürken kendi dilinde yüksek sesle konuşmak gibi, Tanımadığın bir düğünde halaya girip orada nefesin kesilinceye dek kalmak gibi...
İki kadın hızını almakta zorlanıyor, birbirlerinin sözünü keserek konuşmayı sürdürüyorlardı. Ortam kelimelerin etkisiyle ısındıkça ısınıyordu.  Serinlemek için soğuk meşrubatlar içtiler ve oturdukları yerdeki diğerlerini rahatsız etmemek için alçak sesle konuştular. Diyalog belirli bir ritim eşliğinde ilerliyordu. Aralarındaki ritim aksadığında ise susmaya karar verdiler ve ayrıldılar.
Deniz eve dönüş yolunda L. nin anlattıklarını düşündü. Nasıl hamile kaldığını öğrenince şaşkınlığını gizleyememişti. Sen onca ay tedavi gör sonra işten ayrılır ayrılmaz hamile kal! olacak iş değil. Stres adamı hasta eder diye boşuna demiyorlardı. O sıkıntılı ofis ortamından kurtulduktan sonra doğal yollarla hamile kalmıştı.
Deniz, A. nın L.ye sigorta yapmamasına nerdeyse sevinecekti. Eğer çalışmayı sürdürseydi belki bu sarışın güzel oğlanı dünyaya getirmeyecekti.
Hayatın aldığı ve verdiği şeylerde nasıl bir denge vardı? İnsanın aklı ermiyordu.
Deniz günlerdir varoluşunu sorguluyor ve haline acıyordu. Kendini arkadaşlarıyla kıyaslıyor ve kıyasladıkça eksiliyordu. Uçsuz bucaksız bir denizin ortasında rotasız bir gemi gibi ilerlerken dalgalarla nasıl başa çıkacağını da bilmiyordu. Bozuktu kafası çok; ama L.yi ve başına gelen iyiliği düşününce serin bir esinti hissetti. Yelkenlerini bu esintiyle doldurdu: "Belki de rotasız bir gemi gibi görse de kendi kendine aslında değildi... Rüzgar ve sakin dalgalar onu gitmesi gereken yere götüreceklerdi. Bazen güzel günlere inanarak akışına bırakmak gerekti. Nihayetinde, gemi yolunu bulacak ve güvenli bir limana varacaktı. Bundan önce yelkenlerin rüzgardan boşaldığı günler de olacaktı. Normaldi.
Deniz L.nin başına gelen iyilikle, kalbini  doldurdu ve o an  boşluklarını sevdi.
Ve şöyle dedi:  "Teşekkür ederim Allahım. Bugün bana anlatılanlar için teşekkür ederim."

L. den ayrıldığında güneş ışıklarını kısmıştı. Adımlarını sıklaştırarak evinin yolunu tuttu ve Deniz'in aklına yine düşünceler uçuştu. Akıl defterine karaladığı mısraları mırıldandı: Bomboşum. Teneke bir kutuyum. Sağımda solumda, önümde arkamda insanlar. Yalnız, kalabalık var. Tekmeleniyorum. Ben savrulurken rüzgar içime doluyor. Uğulduyorum, tınlıyorum. Katlanıyorum. Çünkü içimde kağıtlar, yumruk yumruk sıkılmış olacaklar. Kelimeler dolusu kağıtlar (!) Onlar olana kadar, şikayetim yok. İçimi boşlukla dolduruyorum.

2 yorum: