29 Aralık 2015 Salı

Bir gün iş yerlerinin birinde


Sabah saat tam sekizdi. Küçük, basık ve karanlık oda insan ve makinelerle doluydu: Bilgisayarlar, yazıcı ve tarayıcılar... Masalar kare şeklindeki odanın duvarlarını çevrelemişti. Yukarıdan bakınca harap bir çerçeveyi andıran bu odanın içindeki resim; karanlık renklerden oluşan, fırça darbelerinin görünüşte düzensizce vurulduğu, pek çok yoruma açık ama kesinlikle insanın içine kasfet ve sıkıntı veren bir resim olurdu.
Bir avuç insan vardı ve gözleri yeterince yatakta kalamamaktan ya balon gibi şişmiş ya da tersine içine kaçıp ince bir çizgi oluşturmuştu. Dudakları birbirine ezbere bir günaydın dedikten sonra masalarına yığılmış şehrin meşhur simit dükkanlarının birinden aldıkları poğaçaları çay ya da kahve eşliğinde kemiriyorlardı.
Geldikleri yollar ve aldıkları mesafe farklıydı ama o ofisin içinde geçirecekleri zaman aynıydı: En az 12 saat. Haftanın 6 günü günde 12 saatten ömürlerinden en az 72 saat maaş karşılığı satılmıştı. Bazıları işe daha çok yaradıkları bazıları da gerekli sabrı göstererek aynı yerde uzun zamandır çalıştıkları için sigortalanma hakkını kazanmışlardı.
Odanın ortasında turuncu bir soluklanma noktası vardı. Bu nokta, ne koltuk ne sandalye ne de pufpuftu. Formu bozuk, tanımlanması güç bu genişçe oturak Reklam Ajansının logosu şeklindeydi. Bu gri resmi renklendirmek için tam orta yere oturtulmuş bir turuncu renk. Zamanla biriken pislik yüzünden o da canlılığını çoktan yitirmişti. Ama en azından turuncuydu işte!
Ajansın insanları cins cinsti: Arıza yapanı- orta yolu bulanı, tepeden bakanı-altta kalanı, çok konuşanı- hep susanı...
A. ajans patronuydu. Herkesten sonra kasılarak odaya girer, entelektüel kapasitesini ve yaratıcılık melakelerini kanıtlamak istercesine bir kaç salak laf söyler ya da espri yapardı. Yanından ayırmadığı ve hiçbir zaman itiraf etmese de ona karizma katması için sahiplendiği bir Golden Retriever cinsi köpeği vardı.  Köpek gerçekten çok sıcakkanlı ve güzeldi ama bir baharatın adını da taşımasına rağmen çok kötü kokardı. Bu dünya güzelini yıkayıp tüylerini düzenli tarasa ölürdü sanki. Ama zaten kendisi de pisti, tırnaklarının içinde her zaman karanlık kalıntılar olurdu. Kendini bile temizlemeye üşenen birinin köpeğini böyle dolaştırması da şaşmamak gerekti. Hiç mi güzel bir yanı yoktu peki bu A.'nın? vardı elbet: İnsanlara sonsuz bir samimiyetle yaklaşıyormuş gibi yaparak onları uzun saatler çalıştırmayı ve sigortalarını ertelemeyi çok iyi becerirdi. Ses tonu ve giyim tarzı da fena sayılmazdı.
A'nın Ajansında iş akışını planlamak için haftalık toplantılar yapılırdı. Genellikle pazartesi günü gerçekleşen bu etkinlik; karizmatik kasılmalar, ukala böbürlenmeler, çay-kahve ve güzeller güzelinin oda da endamla salınması eşliğinde geçerdi. Bu kendini beğenmiş reklamcı topluluğu ne kadar zavallı şartlarda çalıştıklarını görmezden gelerek işleri yükleniyorlardı.
Aslında kendilerini beğenmek için nedenleri vardı, hiçbiri boş insanlar değillerdi: İyi okullar okumuşlardı. Yarışmalardan ödüller alanlar, kendi sergilerini açanlar bile vardı. Onların işlerini yapmak için yetenekli, eğitimli ve becerikli olmak gerekti. Belki tüm bu meziyetleri yüzünden kasılmayı, böbürlenmeyi hakediyorlardı ama yakışmıyordu. O iş yerinde, o şartlar altında çalışırken bütün o kendini sevme ve yüksekte tutma hali eğriti ve çirkin görünüyordu.
 L. bunu en iyi gözlemleyendi. Ajansın temizlik ve yemek işlerine bakan bu genç kadın ancak ilkokulu bitirebilmişti. A.'nın mutfak masrafları için ayırdığı bütçe o kadar yetersizdi ki sürekli işini iyi yapamadığından ve ayın sonunu zor getirdiğinden şikayet ederdi. Her gün ucuz ve bir önceki günden değişik bir şey pişirmek için kafa patlatır sonunda yine pilav ya da makarna da karar kılardı. Haftanın en az iki günü yenen makarna bir gün yoğurtlu bir gün domatesli pişerdi.
L. bütün ajansı temizlerdi ve bu sayede her odaya girer kimin ne yaptığını görürdü. Kim masa başında ne kadar kalıyor? Kim iş saatlerinde facebook, msn kullanıyor? Kim telefonda uzun konuşuyor? Kim kaç bardak çay içti? Çalışanlar, onu önemsemediklerinden ondan korkmadıklarından kendileri gibi olabiliyorlardı ve bu bütün eksiklik ve hatalarını gözler önüne seriyordu. L. her birinin karakterinin röntgenin çekmişti: A.ya yalakalık yapan kim? Az çalışıp çokmuş gibi gösteren kim? Kim yalancı?...
Patronlar kötüydü ve çalışanlar da kusurlu. Bu birbirini tetikleyen iki ilişki durumuydu: Çalışanlar disiplinli bir çalışma temposu sergiliyormuş gibi görünüp kendi küçük yalanlarını söyleyerek işten kaytarıyor; A.nın adaletsizliklerine karşılık veriyorlardı. Hepsi etki-tepki meselesiydi. Ama A. verdiğinden fazlasını her şekilde alıyor,  genel olarak işleri tıkırında yürüyordu.
L. bu terazi- kefe bağlantısını çoktan kurmuştu. Gerçeği çırılçıplak soymuş onun anadan üryan halini izliyordu. İzlenimleri sinirlerini bozuluyor, kızarıyordu. Paraya ihtiyacı olmasa çoktan çıkar giderdi ama sakinliğini korumalı ve çalışmalıydı. Yoksa hastane giderlerini nasıl karşılarlardı?
L. kendinden 13 yaş büyük M.  ile çok genç yaşta görücü usulüyle evlenmişti. L henüz 16 yaşındayken tanıştırılmışlar ve birbirlerine alışmaları için 2 yıllık bir süreyi nişanlı olarak geçirmişlerdi. Annesi sözlüsüyle onu ilk kez evlerinin odalarından birinde yalnız bıraktığında heyecanlanmış ve korkmuştu. Kendinden oldukça büyük olan bu yabancı, şefkatli ve sıcak tavırlarıyla onu varlığına alıştırmıştı. Duygusal yakınlaşmayı fiziksel yakınlaşma izlemişti. Adam ona dokunmasını istemiş ve öpmüştü. "Biz karı-koca olacağız." demişti. L. M'yi sevmesi gerektiğini anlamış görüşmeler sıklaştıkça kendini daha rahat hissetmiş ve özgür bırakmıştı. Evlendiklerinde M. artık onun için bir yabancı değil iyi bildiği ve sahiplendiği bir adamdı.
Şimdi 6 yıllık evlilerdi. M. 30'larının L. ise 20'lerinin ortasına gelmelerine rağmen çocuk sahibi olamamışlardı. Güvenlik görevlisi olarak çalışan eşinin hem evi geçindirmek hem de tüp bebek masraflarını karşılamak için gerekli parası yoktu.
L. bebek sahibi olmak için çalışıyordu. Dönem dönem aşılanıyor ve sonucun olumlu olması için dua ederek hayatının rutin akışını sürdürüyordu: A.nın mutfağında sabah yedi buçuk akşam altı iş görürken pozitif şeyler düşünmeye ve stres yapmamaya gayret ediyordu. Masalardaki bardaklar çoğalırken sakinliğini korumaya çalışıyordu, güzeller güzeli tüylerini yeni temizlediği zemine dökerken ve karlı Ankara günlerinde çamurlu ayaklarıyla ofiste koştururken sakinliğini korumak zorundaydı.
Ah! misafirler... Ajansa ne zaman misafir gelecek olsa A. bir gün önceden onu uyarır ve ofisi yemek kokularıyla doldurmamasını rica ederdi. Çizdiği imajın mükemmelliği için bu şarttı, yağ ve yemek kokularının eşliğinde reklam bıdı bıdılarının karizması nerede kalırdı? Bir reklam ajansı önce kendini iyi satmalıydı diy mi? Susuzluk hiçbir şeydi ve imaj her şey!
A. bazı zamanlarda da misafirlerini yemekte ağırlamak isterdi.  O zamanlar ajansın sofrası şenlenir; Kalıcı lezzetler damaklara yerleşirken ağızda yuvarlanan havalı kelimeler mutfakta uçuşurdu. O günler zihinlerde  "Güzel zamanlardı!" hanesine işlenirdi.
L.nin işi zordu ama bu zorluğu ajansta anlayanlar olsa da birkaç ahlama ve vahlamadan başka bir karşılık görmez kimse çözüm üretmezdi: Masalarda bardaklar yine birikir, karlı günlerde yerler çamur içinde kalıncaya kadar yine  çiğnenirdi. Hal böyle olunca sakin kalmak zorlaşır ve aşılama yine ve yeniden başarısızlıkla sonuçlanırdı.
L. nin içi ne zaman bir bebek görse özlemle doluyor, kalbi ağırlaşıyordu. Böyle anlarında bile kendini o iş yerine yükten ağırlaşmış bir çuvalı zor bela fırlatır gibi atıyordu. Aylar birbirini kovaladı durdu ve böylece bir yıl doldu. Bir iş yerinde yıllanmak demek maaşına zam demekti ve o kadar zaman beklediğine göre sigortası da ödenmeliydi.
...Patronun odasına girmeden önce gergindi.
Kelimeleri nasıl yan yana dizeceğini hesapladı. A.yı ikna etmek istiyordu çünkü ondan gelecek olumsuz bir cevaba artık sabrı yoktu. Hayatında işyerini daha katlanılır hale getirecek bir gelişmeye ihtiyacı vardı. İşini sevmiyor ama orda çalışmayı sürdürmek istiyordu. Bir yandan da korkuyordu: Ya A. ona istediklerini vermezse? Kapıyı çekip gidecek miydi yoksa içine doldurduğu bütün o güven ve kararlılığı bir balon gibi söndürüp büzüşmüş ve kalıpsız bir şekilde orda kalacak mıydı?
Tüm bu çelişki ve belirsizlik içerisinde A’nın kapısını çaldı: A. aslında meşgul olduğunu ama yine de girebileceğini söyledi! L. günlerdir ağzında biriktirdiği kelimeleri teker teker döküldü. Utana sıkıla çıkardığı her kelimede yüzü biraz daha yanıyordu. Yanaklarının hemen üzerinde iki güzel kırmızı elma yeşerdi ama bu elmaları yeşerten “Utançtan Güneş”, Patronun kalbini aydınlatmaya yetmedi çünkü vicdanındaki karanlık örtü, L.nin güneşinden yansıyan ışıkları süzüyordu.
A. matematik bölümünden mezun olduğu için 4 işlemi iyi yaptığından mı yoksa patron rolünü hakkıyla oynadığından mı bilinmez çıkarlarını iyi hesapladı: Onun için kasasından ekstra çıkacak her kuruş zarardı. Büyümek için kazanmak ve az harcamak gerekti. Tabi bu düşüncesini dürüstçe söylemek salaklık olduğu için hemen kılıfına uydurdu ve bu işe ihtiyacı olduğunu çok iyi bildiği L.nin talebini ustalıkla geri çevirdi:
(Odayı ve adamı daha betimle) Kirli tırnaklarını masaya vurarak dedi ki: "L.ciğim, sigorta için biraz daha beklemen gerekecek.  Çünkü senden daha uzun süredir bekleyen arkadaşların var. Eğer önce sana ... yaparsam bu diğerlerine "haksızlık" olur. Zamma gelince, "MAAŞINA EK 75 TL" olarak düşündüm."
... L. odadan çıktığında, yanaklarındaki o yenilesi kırmızı elmalar solmuş;  yüzü sapsarı kesilmişti. Kendini tükenmiş hissediyordu. Hiç bir yanıt verememiş Patronunun karşısında kurumuş kalmıştı. Ağlamak istiyordu ama kimse onu ağlarken görsün istemiyordu. Sakinleşmek için kocasının sesini duymaya ihtiyacı vardı. Mutfağına döndü ve eşini aradı,

telefon uzun uzun çalsa da açılmadı.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder